İtalya İsviçre sınırına yakın, Alp’lerin doyumsuz manzarasına ev sahipliği yapan bir doğa harikasını seçtik bu sefer. George Clooney’in malikanesinin burada olduğunun magazin basınında yer almasından sonra ününe ün katan Como aslında mevsimi itibarıyla bir yaz bölgesi. Yollarını ve turistik kapasitesini gördükten sonra yazın boğucu bir trafiğe maruz kaldığı intibası yaratan Como gölü Milano’nun kuzeyinde bir ters “V” şeklinde başlayıp iki kolun birleşmesiyle büyüyen bir dağ gölü. Seçtiğimiz off sezon döneminin aslında bir yönüyle de hiç yanlış olmadığını görecektik buraya varınca. İstanbul’ dan THY tarifeli seferiyle uçtuğumuz (artık Pegasus’da uçuyor) Milano Malpensa hava limanından kiraladığımız aracımızla topu topu 2 saatlik bir mesafe Como bölgesi. Hatta bölgeye adını veren Como şehrine 1 saatte ulaşıyorsunuz ama adı sizi aldatmasın asıl konaklamanız gereken yer burası değil. Gölün batı ayağından yukarı çıkan yol Como’dan sonra yol ikiye ayrılıyor. Ya doğudaki daha kısa fakat daha dar ve virajlı yoldan kesintisiz bir şekilde gölün iki ayağının birleşme noktası olan Bellagio’ya ulaşacaksınız ya da batı yakasındaki daha geniş ve biraz daha uzun olan yolu tercih edeceksiniz. Eğer ikinci yolu tercih ederseniz bir noktadan sonra feribotla devam etmeniz de gerekiyor. Biz birinci yolu tercih ederek 2 saatte vardık Bellagio’ya. Booking.com’dan ayırttığımız Bellagio Apartments kasabanın tam kalbinde yar alan tarihi bir apart otel. Otelin bu tarihlerdeki (13-16 şubat) yegane müşterileri olduğumuz için girişte bizi karşılayıp kat kaloriferini yakan ve oda anahtarımızı veren Catherina’yı ilk ve son kez görmüş oluyoruz.
3 günlük tatilimizde hava şartları tam bir ortalama gösteriyor. Birinci gün kapalı olan hava ikinci gün pırıl pırıl ışıyan güzel bir güneşle doluyor. Bu sayede arabayı terk ederek bir Bellagio turu yapmamıza, feribotla karşı doğu kıyısındaki komşu Varenna’yı da yürüyerek gezmemize imkan doğuyor. Güneşin altında gölün ve çevresindeki karlı Alp’lerin görüntüsü gerçekten doyumsuz. Gerek Bellagio ve gerekse Varenna küçük sevimli kasabalar aslında ve bir ucundan diğerine yarım saatte yürümeniz mümkün. Sezon dışı olduğundan şehirden gelen zenginlerin evleri, otellerin ve restaurant’ların çoğu kapalı. Aslında bu durum ortama romantik ve sakin bir hava katmıyor da değil. Ortalıkta bu kasabaların gerçek sahipleri olan ve genellikle emekli yaşlarda bulunan gerçek halk var. Doğal olarak herkes birbirini tanıyor ve her sabah kahvaltıya gittiğimiz cafe’de bile son sabahımızda artık biz de tanınanlar listesinden selamlar almaya başlıyoruz. Akşam yemekleri için ise La Grotta adlı çok keyifli bir restaurantımız var. Kaldığımız 3 gece boyunca hem et, hem pasta ve hem de pizza da çok başarılı olan bu restaurantın patronu Giovanni, zarif garsonu Roberta, Aşçıbaşı Felice bizim Bellagio’daki sevgili dostlarımız oluyor. Her akşam yemek sonrası ikram olarak gelen ev yapımı Limonçello’ları da ayrıca nefis. :)14 Şubat akşamında yediğimiz pizzanın şekli de günün anlamına uygundu bu arada 🙂
Son günümüzde hava düne göre biraz kapatmış ise de yine de fena sayılmaz. Bu defa arabamızı da alarak feribotla doğu tarafındaki Mennagio’ya geçiyoruz. Sempatik ve biraz daha büyükçe olan bu kasabayı da yürüyerek gezdikten sonra güneye Como yönüne doğru devam ediyoruz. Lenno ve Argegno üzerinden Como’ya gelip, aynı yoldan geri dönüyoruz.
Böylece kısa ama 14 şubatın anlamına son derece uygun, romantik, dinlendirici ve huzur dolu Como turumuzu sonlandırıp, yağmurlu bir havada dönüşe geçerek önce Milano ve sonrasında da İstanbul’ a doğru yolculuğu sonlandırıyoruz. Burada bir küçük not vermeliyim. Aracınızı kiralarken dikkatli olun çünkü yeni bir üçkağıt geliştirilmiş durumda. Size deposu dolu olarak verilen aracı aynı şekilde iade etmemeniz (evet doğru duydunuz) söyleniyor. Güya kullandığınız bölüm depozitonuzdan mahsup edilecekmiş. Evet ediliyor edilmesine de burada ciddi bir kazığı da yemiş oluyorsuruz. Eski klasik “aldığın gibi bırak” tarzını sürdürenleri tercih edin. Bizi kazıklayan firma GOLD CAR’dı.
Reblogged this on semihbolcageziyor.