Bir baba-oğul tatili daha. Yaptığımız plana göre Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e THY ile uçtuktan sonra hava alanından kiralayacağımız bir araç ile toplam 7 gün sürecek bir Hırvatistan turu yapacağız ki bu tatil planımızın ilk yarısını oluşturuyor. Tur Dubrovnik’te bitecek ve araç iade edilecek. Sonrasındaki ikinci bölümde ise Karadağ, Arnavutluk ve Makedonya ile sürecek gezimizi Üsküp’ten İstanbul’a yine bir THY uçuşu ile noktalayacağız.
Zagreb hava limanına indikten sonra aracımızı alıyor ve yollara koyuluyoruz. İlk hedef Tunca’nın harika keşfi olan ve nasıl olmuşsa o güne kadar varlığından bihaber olduğum Plitvice Milli Parkı. Unesco dünya mirası listesinde bulunan, Zagreb’ten adriyatik sahil yönünde yaklaşık bir 200 km. mesafede yer alan 20 hektar büyüklüğündeki parkta tam 16 tane Turkuaz renkli göl, onları besleyen şelaleler ve çok güzel ormanlar var. Bölgeyi gezmeniz için 4 ayrı tur programı hazırlanmış. 2 saat süren ilk programdan 3-4 saatlik ikinci programa, 5-6 saatlik üçüncü programdan 7-8 saatlik dördüncüsüne kadar her türlü zaman dilimine hitap eden seçeneklere sahipsiniz. Zagreb yolculuğu sonrasında booking.com’dan rezerve ettiğimiz Franco’nun (Guesthouse Franjkoviç) küçük ve sevimli pansiyonuna vardığımızda ki milli park girişine sadece 2 km. mesafede, parkta geçireceğimiz zamanı ve parkın kapanış saatini düşünerek bu harika cenneti gezmeyi ertesi güne erteliyoruz.
Tercihimizi 2. programdan yana kullanıyoruz. Bir defa her turun başlangıç noktası ve ilk istasyona kadar yürünen mesafesi aynı. Farklılık bundan sonra başlıyor, ya bu noktadan bir göl gemisine atlayıp şahane manzarayı seyrederek gölün öbür yakasına ulaştıktan sonra yine yürümeye devam ediyorsunuz, ya da geminin yolunu karadan takip ederek sadece yürüyerek aynı yere varıyorsunuz. Tahmin edeceğiniz gibi yürüme konusu daha ucuz ama gemiyle göl geçişinin tadının bir başka olduğunu, ağustos sıcağında gölün serinliğini hissederek yolculuğun keyfinin kesinlikle vazgeçilmez olduğunu da itiraf etmeliyim. Her ne kadar turkuvaz sular sizi çağırsa da milli park kuralları gereğince göle girme imkanınız yok maalesef.
Yarısı Belçika’da yarısı Türkiye’de yaşayan ailemizin bir araya gelmek için zaman zaman Avrupa’da yaptığı organizasyonların bir sonraki durağının Plitvice olması gerektiğine karar vererek turumuzu tamamlayıp arabamıza dönüyoruz. Yola çıktığımızda iki Alman gencinin otostop teklifini kabul ederek bir süre 4 kişi gidiyoruz. Gençlik yıllarımda Avrupa da otostop çok popülerdi ve benim de 2 yaz yaklaşık 3.500 km yolu otostopla tamamladığım hiç aklımdan çıkmaz. Şimdi payback (borcunu ödeme) zamanı. 🙂
Plitvice’den Adriyatik denizine doğru devam eden yolculuğumuzda Zadar – Split yol ayrımına geldiğimizde konuklarımızla da yollarımızı ayırıyoruz, onlar Split yönüne biraz daha güneye devam edecekler. Split’i tabii ki biz de kaçırmayacağız ama öncesinde hedefimiz Zadar. Plitvice Zadar arası yaklaşık 80 km. Artık adriyatik boyunca devam edeceğimiz gezimizin en kuzeyindeki ilk durağımız olan Zadar tarihi ve oldukça sevimli bir küçük şehir.
İlk yerleşimi M.Ö 48. yılına dayanan ve ilk olarak da Roma’lıların elinde şekillenen asıl şehrin dokusu hiç bozulmamış, şehir dışarıya doğru büyümüş ama eski şehir denilen bölümü sanki hiç el değmeden bugüne gelmiş gibi görünüyor. 16. Yüzyılda şehirde oldukça uzun sürecek bir Osmanlı dönemi de yaşanmış. Konaklama için tabii ki şehrin merkezinde dolanıyor ve tarihi bir yapıda yer alan pansiyonumuzu kapısının önünde tanıştığımız teyzemiz sayesinde kolaylıkla seçiyor ve yerleşiyoruz. Günümüz şehir turu, bol fotoğraflama ile devam ediyor. Zadar’ın önemli bir iddiası var. Diyorlar ki dünya üzerinde güneş en güzel Zadar açıklarında batar. Şehrin müdavimlerinden Alfred Hitchock bir çok reklam panosunda bütün heybetiyle yer alıyor. Akşam gün batımında oldukça güzel dizayn edilmiş sahil bölümüne gittiğimizde güneşin hadi iddia edildiği ölçüde olmasa da yine de seyre değer bir güzellikteki batışına tanıklık ediyoruz. Hava kararınca sahilin bir bölümünün yerden aydınlatmaları devreye giriyor ve ortaya harika bir renk cümbüşü çıkıyor. Her yer cıvıl, cıvıl ve bir hayli de turist var. Bu sahil bölümünde üzerinde yürüdüğümüz zemininin altında tam denize sıfır noktasındaki kayalıkların üzerine dünyada başka bir örneğini göremeyeceğiniz bir dahiyane fikir inşa edilmiş. Adına Sea Organ denilen 70 metre uzunluğunda 35 metalik flüt bu kayalara monte edilmiş, her dalganın geçişinde sanki deniz bir şarkı söylüyor sanıyorsunuz. Sanki bir senfoni orkestrası sadece flütlerden oluşan bir ekiple müzik yapıyor. Nikola Basic’in eseri olan Orchestra of Nature’ ı dinlemek üzere buraya gelen yüzlerce insan merdivenlerde saatlerce oturuyorlar. Oldukça küçük ve son derece sıcak olan bu kenti ıskalamadığımız için Tunca’ya teşekkür ediyorum, zira Plitvice gibi Zadar’da onun fikriydi.
Zadar’daki bir gecelik ziyaretimizden sonraki durağımız Split. Hırvatistan sahillerinin en ünlü ve popüler şehirlerinden birisi olan ve oldukça büyük turistik bir ilgiyi de üzerine çeken bu şehre 40 dakikada ulaşıyoruz. Amacımız burada konaklamak değil, çünkü karşıdaki Hvar adasına geçişimiz için gerekli feribotlar Split limanından kalkıyorlar. Feribot biletini aldıktan sonra yaklaşık bir 3 saatimiz var hareket öncesinde. Hava son derece sıcak ve biz de kendimizi aynı Zadar’da olduğu gibi hemen limanın yanına konuşlanmış şehrin surlarla çevirili tarihi bölgesine atıyoruz. Arnavut kaldırımları döşeli bu bölge hem tarihi çarşıları ve hem de kilise ve diğer yapılarıyla son derece gezilesi bir yer. Ortalıkta turistlerle fotoğraf çektirmek için dolaşan bir çok Roma’lı var. 🙂 Bu sıcakta gölge bir dondurmacıda dinlenip, nefes alıyoruz biraz. Split güzel olmasına güzel de öyle bir kalabalık var ki insan çok da fazla orada kalmayı istemiyor. Zaten feribotumuzun da hareket saati geliyor ve limana dönüyoruz. Split’ten hem Hvar adası ve hem de diğer Adriyatik adalarına yoğun feribot seferleri var. Bizimki de Split’ten Hvar adasının liman noktalarından birisi olan Stari Grad’a gidiyor. Yolculuğumuz 2 saat sürüyor.
Amfora Hvar Grand Beach Resort adlı 5 yıldızlı mükemmel bir konuma sahip otelimiz Hvar şehrinin hemen yanı başında özel bir koy kenarında çam ağaçlarının altına gizlenmiş bir şekilde karşılıyor bizi. Biraz pahalı olsa da fiyatını hakkeden bir tesis olduğunu söylemeliyim. Aslında burasını seçmemizin nedeni lüks yönü değil konumu. Bir defa burada 3 gece için yaptığımız rezervasyonda (sonradan 4 geceye uzattık) bir deniz tatilini amaçlamıştık ki oldukça güzel bir denizi var. Ayrıca akşamları tarihi Hvar şehri sahilden yürüme mesafesinde ki bence otelin en güzel yönü de bu. Gündüzleri şemsiye veya ağaç altında şezlonglarda kitap, müzikle sohbetle ve tabii ki yüzmeyle geçiyor. Akşamları ise şehre yürüyor ve şehrin sahilinde yer alan bir çok güzel restauranttan birisini seçiyor, sonrasında barlardaki renkli hayata dahil oluyoruz. Hvar’ın müdavimleri tabii ki yakınlığı ve ucuzluğu nedeniyle öncelikle İtalyanlar. Ayrıca İngilizler ve de Ruslar. İtalyanların daha çok ailece geldiğini, bu yüzden de gözlerini Rus kızlarının 1,5 metrelik bacaklarından ayıramadıkları için erkeklerin eşlerinden nasıl fırça yediklerini eğlenerek izliyoruz. Bugünkü görünümünün temeli 13. Yüzyılda oluşan Hvar bizimle birlikte turizmdeki 143. yılını kutluyor. Her yönüyle harika bir tatil merkezi olan Hvar’ın en anlaşılmaz yönü ise, özellikle restaurantların çoğunda kredi kartının kabul edilmemesi. Adanın güzellikleri sadece Hvar şehriyle sınırlı değil. Adanın bir çok başka şehirleri de var. Bazı akşamlar gidip gezdiğimiz bu minik şehirlerin içinde en çok Jelsa, Sucuraj ve Vrboska’yı beğendik. 3 gece için planlayıp sonradan 4 geceye çıktığımız Hvar tatilimizi tamamladıktan sonra adanın tam tamına öbür ucuna doğru yola çıkıyoruz. Sucuraj adanın son noktası ve buradan karşı tarafa yani ana karadaki Drvenik’e 35 dakikada geçiyoruz. Artık Dubrovnik’e çok yakınız.
Ülkemizde de son yılların en popüler seyahat noktalarından birisi haline gelen Dubrovnik’ e benim ikinci gelişim. Şehrin oldukça üstünde kalan kara yolundan nefis bir manzarası var. Zaten burası hemen her gezginin de fotoğraf noktası. Lapad Apartments bir gecelik rezervasyonumuzun adresi. Dubrovnik’teki en büyük sorun otopark olduğundan, önündeki büyük otoparkı ve merkeze belediye otobüsü ile sadece 10 dk. mesafede oluşu, makul fiyatı bizi buraya yönlendiriyor. Odamıza yerleştikten sonra Dubrovnik’in kalbine doğru yola çıkıyoruz. Yine tarihi surlar ve içinde de çok güzel bir şehir. Bu tarihi güzelim şehir Yugoslavya iç savaşı sırasında Sırp bombardımanı altında oldukça zarar görmüş. Şehrin kapılarındaki büyük panolarda bir bir hangi yapının hangi bomba sonucu nasıl tahrip edildiklerinin hikayesi şematik olarak anlatılıyor. Savaş sonrasında eskiye sadık kalınarak adeta şehir yeniden inşa edilmiş ama bu inşa o kadar başarılı olmuş ki siz kendinizi yine tarihi bir atmosferde hissetmeye devam ediyorsunuz. Alış verişin, restaurant ve cafe bar’ların yoğunluğuna binlerce turistin varlığı neden oluyor kaçınılmaz olarak. Bu arada ortalıkta bol miktarda vatandaşımıza da rastlıyoruz. Türklerin Dubrovnik ilgisi iyice artınca artık bazı restaurantların girişinde Türkçe konuşan personeller dahi yer almaya başlamış. Kırık lehçeli Hoş geldiniz nidalarını bir çok yerden duyuyoruz. Şehrin bir yerinde surların dışında yer alan küçük bir plaj dışında denize girecek bir yer yok. Eğer burada bir deniz tatili planlıyor iseniz size iki seçenek önereceğim. Birincisi benim ilk Dubrovnik seferimde yaptığım gibi Dubrovnik dışında sahildeki küçük köylerdeki pansiyonlardan birisinde kalıp (örneğin 6 km. mesafedeki Zaton-Mali) gün boyunca denizin ve güneşin tadını çıkarıp akşamları Dubrovnik’e gitmeniz. İkincisi ise Dubrovnik içinde (Genel olarak pansiyonlar rahat, güvenli ve makul fiyatlıdır) pansiyonda kalıp, ya o küçük plajı kullanmanız ya da limandan meşhur 3 adalara kalkan teknelere binip denize girme işini o adalarda halletmeniz. Lokrum, Cavtat ve Elaphite adaları hem gezip hem de denize girebileceğiniz yerler. Ancak plajları oldukça kirliydi hatırlatırım. Kısacası 1. yolu tercih etmenizi öneririm. Fiyat olarak da 1. yol çok daha makul olacaktır. Gezimizin 7. gecesini Dubrovnik’te tamamladıktan sonra sabahleyin ilk iş olarak arabamızı Dubrovnik Hilton oteli altındaki Avis’e iade ediyoruz. Oradan bir taksiyle otogar’a gelip bizi Kotor’a (Karadağ) götürecek olan otobüsü beklemeye başlıyoruz. Otogarda pansiyonlarına müşteri arayan bir kaç kadın yanımıza gelip Türk’müsünüz diye sorunca şaşırıyoruz. Nereden anladıklarını sorunca da Türkçe burada çok popüler oldu deyip Muhteşem Yüzyıl’dan başlayıp bir çok yerli dizinin adını anıyorlar. Hırvatistan tatilimiz bu ilginç sohbetle sonlanırken bizi Karadağ (Montenegro) bekliyor.