Como bölgesini kapsayan 3 günlük ilk İtalya gezimizden sonra bu defa tam 7 ay öncesinden planlamasını yaptığımız ikinci İtalya seferini THY’nın Venedik uçuşu ile gerçekleştirerek başlattık. 2 saat 20 dk. sonra uçağımız Venedik Marco Polo hava limanına indi. Buradan şehir merkezine yani San Marco’ya gidebileceğiniz üç farklı yol var. Taksi veya otobüs ile belirli bir noktaya gittikten sonra Vaporetto ile San Marco meydanına geçiş veya doğrudan Vaporetto ile San Marco’ya gidiş. Bavulları ve indi, bindi formalitelerini düşünerek doğrudan vaporettoyu seçiyoruz. Hava alanından çıktıktan sonra yaklaşık 10 dakikalık bir yürüme mesafesinde vaporettonun iskelesi ve kişi başı bilet ücreti de 15.-€. Venedik gezisinde konaklama için iki farklı seçenek tercih ediliyor. Birincisi merkezde yani San Marco’da kalmak yerine konaklamanın daha ucuz olduğu Lido veya Mestre gibi bölgelerde kalıp, San Marco bölgesine vaporettolar ile gün içinde gidip dönmek. İkinci yol ise doğrudan San Marco içinde kalmak. Biz ikinci yolu seçtik, zira dışarı bölgelerdeki otellerden ulaşıma vereceğiniz para zaten San Marco’daki konaklama farkınızı karşılıyor, yani işin ekonomik tarafı pek de tahmin edildiği gibi değil bu bir ve eğer Venedik gibi çok özel bir şehri gezecekseniz, buraya has o özel havayı yaşayabilmeniz için şehrin kalbininde olmanız lazım bu da iki. Bir şeyi buraya gelmeden önce kabul etmeniz gerekiyor dostlar. Venedik pahalı bir şehir ve tabii ki harcamalarınıza dikkat etmekle birlikte, tasarruf yapacağım diye şehrin atmosferini de ıskalamamak lazım. Bu gerçeği görüp planınızı buna göre yapın lütfen. Bu nedenle günlüğü 213.-€ olan Hotel Casa Dolce Venezia’yı booking.com aracılığı ile seçmiştik. Burasını seçmemizin üç nedeni vardı. Bir defa San Marco meydanına 5 dk. lık yürüme mesafesinde olması, tarihi bir Venedik evinin topu topu 4 odalı sevimli bir otele dönüştürülmesinden ibaret olması ve tam da bir kanalın yanında yer alması. Ve tabii ki Venedik merkezinde yer alan oteller içinde en iyi fiyatlardan birisine de sahip olması. Otele vardıktan sonra, otelin müşterileri için, oldukça iyi sayılabilecek özellikte ve konumda olan bir restaurant’la da özel bir fiyat anlaşması yaptığını öğrendik. Tamamen sürpriz olan bu gelişme sayesinde 3 gece kaldığımız Venedik’te 2 gece burada yemek yedik. Düşünün size ister etli ister balıklı bir set menü öneriliyor, yanına şarabınız da geliyor ve siz bu menüye kişi başı 22.-€ ödüyorsunuz. Venedik için inanılmaz bir rakam. Ana yemek öncesinde çorba veya lazanya, ana yemek sonrasında da tatlı ve kahvenizin de menüye dahil olduğunu unutmayınız. San Marco’ya vardığınızda tek sorun otelinizin yerini bulabilmek. Zira tarihi yapısı aynen korunduğu için yüzlerce küçük sokak var ve sadece yön tarifi ile yerinizi bulmak kolay değil, bu nedenle bol bol adres sormanızı öneriyorum. Zaten ortada bir sürü seyyar satıcı ve bir çok dükkan var ve herkes de size yardımcı olmaya hazır. Otelimize saat 16.00 civarında varıp bavulları attığımız gibi koşuyoruz gerisin geriye San Marco’ya. Tek sorun havanın kapalı ve serin olması ama meydan müthiş kalabalık. Meydanın incisi Basilica da San Marco bakıma alınmış olduğundan dış foto çekimlerine güzel bir imkan vermiyor.
Ama çan kulesi (Campanile) ve her iki tarafı restaurant’larla dolu meydan her zamanki gibi çok güzel.
Meydanın kuzey ve güney kolları olan 16. yüzyıldan kalma Procuratie Vecchie ve Procuratie Nuove dantel gibi işlenmiş haliyle karşınızda.
17 ve 33 yaşlarında geldiğim bu şehirde üçüncü seferim 54 yaşıma kısmet oluyor. Herhalde bunca yılda hiç değişmeyen (değişemeyen) çok ender yerlerden birisi olmalı Venedik. Berlitz’in yayınladığı Türkçe Venedik Cep Rehberi diyor ki, Venedik’i anlamak ve yaşamak için en az üç gün kalmalısınız. Biraz da bu nedenle 3 günü seçmiştim burası için ama son güne Verona’yı da ilave edince gerçekten tam geldi. Şöyle söyleyebilirim, minimum 2 tam güne ihtiyacınız var burada. San Marco meydanı, Palazzo Ducale, bazilika, kanallar, Ah’lar köprüsü bu bölgede görebileceğiniz yerler.
Aynı zamanda gondol keyfinin de (küçük tur 80, orta tur 100 ve büyük tur da 120 €. Yarım saatten başlayan ve bir saate kadar uzayan bir şekilde. ) en doğru adresi bu bölge. Vaporettoların ve diğer teknelerin kol gezdiği büyük kanal bölgesine çıkmanın fazla bir esprisi yok bence ve asıl güzellik küçük dar kanallarda. Bu nedenle de küçük turu seçmeniz yeterli olacaktır. Gondolcular artık soprano şarkılar söylemiyorlar belki ama gondolun sol arka bölgesinde ileri geri yürüyerek o koca teknelerini yönlendirme ve daracık kanallarda zaman zaman duvarlardan ayaklarıyla destek alarak teknelerine hakim olma becerileri gerçekten övgüye değer.
Yine rehber kitap diyor ki, eğer Venedik’in sokaklarında kaybolma keyfini yaşamazsanız dönüp dolaşıp San Marco’da olmak bir süre sonra sizi şehrin sihrinden uzaklaştıracaktır. Tamamiyle katılıyorum bu düşünceye. Zaten mütevazi bir boyutta olan bir şehirde ne kadar kaybolabilirsiniz ki, bu nedenle bırakın kendinizi gönlünüzce dar sokaklara, yorulduğunuzda oturun küçük bir sokak cafe’sine, ekspressonuzun tadına varın. Casanova’nın buralarda olaşmasını hayal edin. Evleri, balkonlarındaki harikulade çiçekli süslemeleri görün, gondoldaki aşıkları izleyin…vb. Kısaca bakın keyfinize, başka Venedik yok bu dünyada.
İlk gün ve gecemiz bu bölgede geçiyor. Ertesi gün pırıl pırıl bir güneşe uyanmanın da mutluluğu ile şehrin aşıklar köprüsünü bulup karşı tarafına geçiyoruz. Burada yaklaşık 700-800 m. süren güzel bir parkur var. Önce üzerinde aşıkların isimlerini göreceğiniz binlerce kilitin takılı olduğu köprüden geçtikten sonra şehrin sembol binalarından Salute kilisesinin olduğu bölgeye kadar güzel bir yürüyüş yapıyorsunuz.
Buradan tam karşı tarafın yani San Marco meydanının güzel bir manzarası var, tam fotoğraf yeri.
Dönüşümüzde ise tam aksi yöndeki ünlü Rialto köprüsüne doğru gidiyoruz. 16. Yüzyıldan kalma bu köprünün üstünde dükkanların olması ilginç bir detay.
Bu bölgede de San Giacomo di Rialto adlı bir 11. Yüzyıl kilisesi ve Santa Maria dei Miracoli kilisesi meraklılarını bekliyor. Venedik’te en zor şey yollarda yürümek, ortalık turist kaynıyor. Şehrin sembollerinden birisi de Murano cam işçiliği eseri olan cam ürünleri. Venedik’in adalarından birisi olan Murano’ya bir vaporetto seferi ile gidip hem üretimi görmek ve hem de alış veriş yapmak mümkün. Ama şehrin içi de zaten Murano ürünlerinden geçilmiyor. Bu nedenle buraya gitmeyi biz tercih etmedik. San Marco meydanının tam karşı kıyısında yer alan San Giorgio Maggiore Kilisesinin gece görüntüsü çok güzel.
Bu şekilde iki günümüzü doya doya Venedik sokaklarında geçirdikten sonra son günümüzde günü birlik bir Verona seferi yapmaya karar veriyoruz. Aslında bu kararı daha İstanbul’da Digitürk kanallarından birisinde izlediğimiz “Letters from Juliette” filmini gördükten sonra almıştık. Bu romantik komedide esaslı bir Verona ve Toscana reklamı da vardı zira.
Venedik – Verona arası trenle 1 saat ve fiyatı da kişi başı 23.-€ (İtalya’da tren ücretleri hiç de ucuz değil.) Shakespeare’nin ünlü Romeo ve Juiet’inin mekanı olan Verona’da trenden indikten sonra bir belediye otobüsü ile 15 dakikada şehrin merkezine varıyoruz. Trafiğe kapalı bir cadde bizi şehir meydanına doğru götürüyor. Meydana gelmeden önce altından geçtiğiniz kemerli kapının hemen sağında duvardaki levha çarpıyor gözümüze, “Casa di Giuletta”. Jülyet’in evi. Tarihi ev ve o ünlü balkonu tüm sağlamlığı ile karşımızda.
Hemen evin önünde bronzdan bir Jülyet heykeli var. Turistler heykelin önünde kuyrukta. Her poz veren Jülyet’in sağ göğsünü avuçluyor 🙂 Böylece dilekler yerine geliyormuş 🙂 Bizde giriyoruz sıraya ve Gamze yakalıyor Jülyet’in göğsünü.
Heykelin arkasındaki duvara eskiden insanlar mektup yazıp bırakırlarmış, şimdi ise o duvar aşıkların isimlerini yazıp astıkları binlerce kilitle dolu.
Duvarın diğer yanında ise darphane gibi çalışan bir hediyelik eşya dükkanı var. Burada özellikle yüzlerce kilit çeşidi de satılıyor. Bir diğer taraftaki dükkandan öğreniyoruz ki Verona’nın çikolatası da ünlüymüş. Yüzlerce çeşit çikolatanın satıldığı bu dükkandan biz de bir parça alıp tadıyoruz, fena değil. Jülyet’i Romeo’nun anılarıyla baş başa bırakıp meydana doğru devam ediyoruz.
Tarihi yapılardan oluşan Piazza Delle Erbe’de güzel bir pizzayı mideye indirdikten sonra bu defa Verona’nın bir diğer ünlü yapısına, Roma arenasına doğru yürümeye devam ediyoruz. Dışarıdan bakınca heybetli ve etkileyici görünen arenanın önü fotoğraf çekmek için ideal. Ama içi 6 € verdiğinize hiç değmiyor. Bir çok müzik konserine ev sahipliği yaptığı anlaşılan arenanın bütün orjinalliğini yitirmiş iç görünüşü bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Arenanın önünde de büyük bir meydan var.
Çeşitli dans guruplarının sırayla yaptıkları gösterileri de izledikten sonra yine gara doğru yollara düşüyoruz. Dönüşümüz aynı gelişimiz gibi. Önce Belediye Otobüsü ve sonrasında da Venedik treni. Verona’yı programımıza dahil etmekle doğru bir karar verdiğimizi itiraf ederek Venedik garı önünden atladığımız vaporetto ile (7 €) dört durak sonraki San Marco’ya dönüyoruz. Venedik gecelerimizde akşam yemeklerinden sonra San Marco meydanındaki açık restaurantlarda müzik yapan gurupları ayakta dinleyen yüzlerce kişinin arasına katılmayı tercih ediyoruz biz de.
Yorulan gurup ara verdiğinde hemen yan taraftakiler başlıyor ve bu durum böylece saatlerce sürerek devam ediyor. Venedik’in gece hali de çok güzel. Ve ayrılık vakti geliyor, bavulları yüklenip San Marco’daki vaporetto iskelesinden 4 durak ilerideki tren garının bulunduğu istasyona doğru yola çıkıyoruz. Bir sonraki durak, 2 saatlik bir tren yolculuğu ile ulaşmayı planladığımız Floransa. (Venedik-Floransa arası tek yön kişi başı 45.-€)
üstad yazınız için teşekkür ederiz. Biz venedik verona arasında tercih yapacak olursak hangisini önerirsiniz?
Sevgili dostum Verona güzel ama yarım günde bitireceğiniz bir şehir. Venedik tam anlamıyla 3 günü hakkeder. Kaldı ki iki şehir arası trenle 1,5 saat. Yanı 3 günlük bir Venedik’in içinden yarım günlük bir Verona’da çıkar. İyi yolculuklar