Floransa’dan arabamızı kiralayarak yola çıktığımızda planımız Back Roads İtaly kitabından seçtiğimiz 18 numaralı parkuru biraz da kendi isteklerimiz doğrultusunda değiştirerek tamamlamaktı. Bu kitabın tüm İtalya’yı araçla gezmek üzere planlanarak çıkarılan ve son derece de başarılı olan bir rehber kitap niteliğinde olduğunu belirtmeliyim. Ülkenin her bir bölümü 3-4 günlük parkurlar halinde ve son derece detaylı anlatılıyor.) Öncelikle Pisa oto yolunu alarak başladık işe ve çok gitmeden yaklaşık 50. km civarında San Miniato yönüne saparak bu parkuru da başlatmış olduk. San Miniato ve Castelfiorentino’da arabadan inmeden devam ettikten sonra planımızdaki ilk durağımıza geldik. The Holy Mount of San Vivaldo. Sacro Monte Of San Vivaldo da diğer bir adı. 14. Yüzyıl tarihli bir manastırı ve etrafındaki küçük evcikleri barındıran harika Toscana manzaralı bu bölge Hiristiyanların da kutsal saydığı yerlerden birisi. Çin’in Xian bölgesindeki meşhur terrakota askerlerden sonra buradaki her bir küçük evin içinde de topraktan yapılan heykellerle hiristiyanlığın hikayesinin anlatımını izliyoruz. Ortada görevli sempatik bir rahip ve bizden başka kimse olmayınca rahibin özel rehberliğinde gezmek keyifli oluyor. Gerçekten de Hz. İsa’nın hayat hikayesi sadece bu topraktan heykellerle müthiş başarılı bir şekilde anlatılmış. Her evcik de ayrı bir hikaye var. Rahip kilitli kapıyı açıyor, içeride hikayeyi anlatıyor ve çıkıyoruz. Kapı kilitleniyor ve sıradaki evde aynı hareket tekrarlanıyor. Bilinmeyen adeta saklı bir tarihi eser niteliğinde burası. 21 evin tamamını gezdikten ve rahip efendiye teşekkürlerimizden sonra arabamıza atlayıp rotamıza devam ediyoruz. Volterra’yı oyalanmadan pas geçip asıl en önemli ilk hedefimize ulaşmak amacındayız. San Gimignano önce uzaktan o benzersiz siluetini gösteriyor bize bu güzel havada. Akşam üstüne doğru da 11. Yüzyılda kurulduktan sonra 14 ve 15. Yüzyıllarda bugünkü görünümünü alan ve hakikaten görülmemesi büyük kayıp olan bu küçük sevimli şehre varıyoruz. Toscana bölgesindeki tüm tarihi şehirlerin merkezine araç sokulmuyor. Bu nedenle şehrin merkezine 300 m. mesafede yol üstündeki Belvedere hoteli seçiyor ve gecelik 80.-€ ‘ya anlaşıyoruz. Otelin otoparkının olması önemli bir konu. Odaya yerleştikten hemen sonra otel sahibinin tarif ettiği kestirme bir yoldan yürüyerek tam da güneş batarken ulaşıyoruz şehrin kalbine. Tarihi meydanın tam ortasında büyük bir kuyu, etrafında ise iki kuleli Torre Grosso ve tabii ki yine tarihi bir Duomo (Kilise) var.
Şehrin tüm binaları taştan yapılmış ve boya kullanılmamış. Bu da hem tarihi yapının korunmasını hem de bina estetiğinin öne çıkmasını sağlamış. Meydandaki restaurant’a yerleşip günlerce hayalini kurduğumuz Chianti Classico’muzu sipariş ederek başlıyoruz geceye. Menümüz isli ya da kuru et ve sucuk, bir kaç peynir çeşidi, ekmek üstünde kızartılmış patlıcan üzerine dökülmüş eritilmiş peynir ve salatadan oluşuyor. Yemek sırasında bir de hemen arkamızda genç bir kadın arp çalmaya başlamaz mı ? Herhalde aşkım da bana katılır ki bu gezide yediğimiz en güzel akşam yemeği burasıydı. (Üstelik en ucuz. 45.-€) Bar La Cisterna Plazza adlı bu restaurantı hararetle tavsiye ederim.
Yemekten sonra şehri gezip gece çekimleri yapıyor ve yavaştan otelimize dönüyoruz. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra yine geliyoruz aynı bölgeye. Bugünün sürprizi şehir meydanına kurulan pazar.
Yiyecek içecekten giyime kadar tam bir köy pazarı ve çok güzel. Ortalık turistle de dolu olunca bir önceki gecenin sakinliği pek kalmamış. El dokumalarından seramik işçiliğine bir çok dükkanın bulunduğu şehrin en güzel yönlerinden belki de birincisi, esnafın güler yüzlü ve samimi olması.
Floransa dükkanlarından sonra bu değişiklik iyi geliyor gerçekten. Şehrin her bir köşesini tavaf edip, biraz alış veriş ve bol bol da fotoğraf çektikten sonra zoraki ayrılıyoruz buradan. Eğer Toscana planınız varsa inanın burası 1 numara. Yolumuzun üstünde uygun bir konumda bir şarap çiftliği bulursak girip gezmeye karar veriyoruz. Nitekim San Gimignano’dan çıktıktan kısa bir süre sonra önümüze böyle bir yer de çıkıyor. Ana yola çok yakın olan bu çiftliğin toprak yoluna girip güzel bir evin önünde duruyoruz. Arka taraftaki bağda çalışan bir kişi yanımıza yaklaştığında amacımızı el kol hareketleriyle anlatıyoruz ve o da anlayıp bize şöyle keyfinize bakın der gibi bir hareket yapıp, işine dönüyor. Çiftliğin yola bakan cephesi bağlık. Arka cephesinden ise güzel bir San Gimignano manzarası görülüyor. Küçük bir tur atıp milleti rahatsız etmeden aracımıza dönüyoruz.
Siena yolundaki bir diğer durağımız Monteriggioni kasabası oluyor. Çevresi 13. Yüzyıl tarihli yüksek surlarla çevrili olan bu sempatik kasabaya, meydanındaki duomo’suna bir göz atıp, surlarda yürüyüş ve fotoğraflama yapıp, kahvelerimizi içip kısa bir merhaba dedikten sonra yolumuza devam ediyoruz.
Öğleden sonra bu parkurdaki en büyük yerleşim merkezi olan Siena şehrine varıyoruz. Yine surlarla çevrili eski şehrin içine ancak bu bölgede oturan ya da iş sahibi olanlar girebiliyor ve uygun bir park yerini ancak bir iki turlamadan sonra bulabiliyoruz. Şimdi bize bir otel lazım. Ara yollardan tarihi bölgeye doğru yürüyünce karşımıza çıkan Hotel Excelsior’a dalıp doğrudan resepsiyona giderek yerleri olup olmadığını soruyoruz. Olumsuz yanıt vermekle birlikte bizi komşuları olan Hotel Chiusarelli’ye yönlendirmeyi de ihmal etmiyorlar. Bu otele geldiğimizde ise renöve edilmiş güzel bir tarihi bina buluyoruz karşımızda. Burada oda durumu uygun ve ücreti de normal. 110.-€ Otelde odamıza yerleştiğimizde arka cepheye bakan penceremizin Seri A takımlarından Siena F.C’nin stadyumuna bakan bir konumda olduğunu görüyoruz. Korsan bir maç izlemek için harika bir durum. 🙂 Otelle işimizi bitirdikten sonra hemen eski şehrin surlarından geçiyoruz içeriye. Şehrin hayata geçiş tarihi 1288. Yolumuz üzerinde güzel bir duomo var. Santa Maria Assunta. Bu son halini 15. Yüzyılda almış. Siena’nın kalbi ise İl Campo meydanında atıyor. Oldukça büyük bu meydanın tam cephesi Torre Dal Mangnia kulesi (14. Yüzyıl) ve yanındaki Palazzo Pubblico ile şekilleniyor. Her iki yapı da çok güzel. Ortasına doğru hafiften çukurlaşan meydanda bu yapıların karşısında ise restaurant ve bar’lar dizilmiş halde.
Meydanı turlayıp fotoğraflarımızı çektikten sonra restaurant’lardan birisine yerleşiyoruz. Yemek sonrası Siena’nın gece halinin de meydanın ışıklandırılmasıyla bir başka güzel olduğunu görüyoruz.
Gecemiz otelimize yürüyüşle sona eriyor. Ertesi gün hedefimiz Pienza. Artık yavaş yavaş Toscana bölgesinden çıkıp Umbria bölgesine giriyoruz. Pienza’da çok etkileyici bir küçük kasaba. 1458 – 1462 yılları arasında Papa olan Pius II’nin şehri Pienza. Tabii ki tarihi duomosu 1459’da yapılmış. Palazzo Piccolomini ziyaretçilerini bekliyor.
Pecorino adlı bir peynirin burada oldukça ünlü ve aranan bir şey olduğunu da öğreniyoruz. Ama biz buradan Toscana’nın ünlü kırmızı pul biberini almayı tercih ediyoruz. Bize bu fikri İstanbul’dan bir arkadaşım olan Orkide veriyor, eksik olmasın. 🙂 Pienza’nın arka cephesinden güzel bir Toscana manzarası yakalamanız mümkün.
Öğle yemeği sonrası yola koyuluyoruz. Montepulciano’da benzer durumda güzel bir kasaba. Tepeye doğru tırmandıktan sonra Duomo ve karşısındaki Palazzo Coummunale’yi kapsayan meydana doğru oturup kahvelerimizi yudumluyoruz.
Artık bayağı bir Umbria bölgesindeyiz. Bugünkü yolculuğumuz akşam saatlerinde Umbria’nın kraliçesi Orvieto’ya ulaşmamızla sona eriyor. Yine uzaktan güzel bir siluet sergileyen bu muhteşem şehre tırmanarak kemerli bir kapının altından geçip tarihi bölümün içine girince ilk önümüze çıkan Hotel Aquila Bianca (Beyaz Kartal Oteli) dikkatimizi çekiyor. Otelimiz 18. Yüzyıl tarihli olunca aslında bayağı yeni bir bina vasfında sayılıyor burada. 🙂 Hemen ayak üstü bir kapı pazarlığı sonucunda geceliği 110.-€ ‘ya anlaşıyoruz. Ücretsiz otoparkının olması da önemli bir detay. Bir gece kalmayı planladığımız Orvieto ertesi sabah bizi bir gece daha kalmaya ikna edecek. Her zamanki gibi otele yerleştikten sonra şehre dalıyoruz.
9. Yüzyıla dayanan bir tarih hazinesi burası. Öncelikle 20.000 kişilik nüfusuna karşılık milyonlarca kişinin yaşadığı şehirlerde görmediğimiz devasa Orvieto Duomo’su (Cattedrale dell’Assunta) bizi büyülüyor. Bu şehirden yaklaşık 25 yıl önce küçük bir konaklama ile geçerken o zaman da çok etkilenip, “bir gün kalmaya geleceğim buraya” diye kendime verdiğim sözü şimdi tutuyorum. O zaman da katedrali görünce gözlerime inanamamıştım.
1290 yılında inşasına başlanan ve 300 yıl süren bir inşaat sonrasında bugünkü halini alan katedrale 3.-€ karşılığında girip gezebiliyorsunuz.
Ne yazık ki içeride fotoğraf çekme yasağı var ve tabii ki fotoğrafı çekilecek de çok şey var. Hemen yan tarafında ise katedralin bir müzesi bulunuyor. Katedralin bulunduğu meydanın etrafı restaurant ve cafe’lerle çevrili ama bu bölgeye çok da rağbet olmadığını fark ediyoruz. Otelimizin hemen önündeki Piazza Della Repubblica’dan başlayıp tüm şehri ortadan ikiye ayıran Corso Cavaurs caddesi, üzerindeki bar, restaurant ve dükkanlarıyla şehrin en popüler yeri gibi görünüyor.
Oldukça keyif veren bu caddeyi bitirdiğinizde de (15 dk) şehrin öbür ucuna ulaşmış oluyorsunuz ve şehrin güzelliklerinden Torre Del Moro sizi karşılıyor.
Surları ve kulesiyle üzerinden aşağıya doğru güzel bir manzara seyrettiren bu tarihi yapının iç tarafı bir parka dönüştürülmüş.
Buradan surların üzerinde solunuza doğru devam ettiğinizde ise Orvieto Underground tabelasını görüyorsunuz. Devasa bir tepenin üzerindeki şehre bir tür gizli bir geçit konumunda dönerek aşağıya inen merdivenlerden oluşan bu yapının zemininde minik bir göl ve üzerinde de küçük bir köprü var.
Geçmişinin 3.000 yıllık olduğu yazıyor. Bu kadar merdiveni indikten sonra karşı sıradan aynı miktarda merdivenli bir tırmanışa geçmek yorucu olsa da bu gizemli yapı bu yorgunluğa değiyor.
Orvieto’nun diğer tarafında yer alan Arkeoloji müzesi, (Önünde güzel bir pazar kuruluyor) Mancinelli Tiyatrosu, Capitano Sarayı şehrin diğer güzel yapıları. Artık Toscana şaraplarından Umbria şaraplarına geçiş yapıyoruz burada. Ama herhalde alışkanlıktan olsa gerek Toscana’nın Chianti Classico’sunu özlemiyor da değiliz. Şehrin gecesi de gündüzü kadar keyifli. Tek şanssızlığımız Belediye seçimlerinin tam üstüne denk gelmiş olmamız. Sağda solda bundan kaynaklanan gürültüler olmasa daha güzel olacaktı buradaki konaklamamız. Güzel iki gecenin sonrasında size üç bölüm halinde anlatmaya çalıştığım gezimizin de sonuna geliyoruz. Önümüzdeki 1,5 saatlik bir otoyol yolculuğu bizi doğrudan Roma Fiumicino Leonardo Da Vinci hava alanına götürecek. Floransa’dan kiraladığımız aracımızı Roma Hava alanında teslim ettikten sonra bizi bekleyen THY uçağımıza doğru hareketleniyoruz. Tam 9 gece süren ve her anı harika geçen bu gezi daha İtalya ile yapacak çok şeyimizin olduğunu bize hatırlatarak sona eriyor.