Dünyanın önemli tatil merkezlerinden birisi olan Bali’ye gitmek için plan yapmaya başladığımızda bizi ilk önce düşündüren şey, tatil ayımız olan ağustosta Bali’nin hava koşullarının ne olacağı idi. Zira uzak doğunun bu dönemde muson mevsimi içinde kalıp bol yağış ve nem içinde olduğunu düşününce Bali için de bu sıkıntının olabileceği ilk aklımıza gelendi. Ancak araştırma sonrası Bali’nin coğrafi konumu nedeniyle uzak doğu muson kuşağının altında kaldığını öğrenince çalışmalara hız verdik. Klasik yaz ayları olan temmuz ve ağustos’un Bali’nin kış mevsimi olduğu, ancak bu dönemde havanın 28 derece civarında seyrettiği ve yağışın da neredeyse hiç olmadığını, sadece deniz suyunun göreceli de olsa biraz serinlediğini (21-22 derece) öğrendik. Bu bilgilerden sonra hemen uçak ve otel araştırmalarına koyulduk. En uygun fiyat ve bağlantı şeklini Qatar Hava yollarında bulup, (920.- €) biletimizi alarak başladık. Sıra otele geldiğinde ise her zamanki gibi booking.com üzerinden araştırma yaptığımızda, öncelikle Bali’nin turistik otellerinin yan yana dizildiği iki önemli bölge olduğunu gördük. Bunlardan birisi daha çok gençliğin ilgi gösterdiği, gece kulüpleri ve diskoların bulunduğu, geniş bir sahil alanı olsa da gerisi beton yığını haline gelmiş bulunan Kuta ve diğeri de aslında Bali’nin tarihindeki ilk turizme açılan kapısı olan Nusa Dua idi. Nusa Dua’nın doğayla entegre olmuş yapısı ve sahilinin güzelliği bizim de seçimimizin buraya yönelmesini sağladı. Bu bölgede dünyanın önemli otel zincirlerinin bir çoğu yer alıyor olsa da biz bölgenin belki de en eski oteli olan Nusa Dua Beach Resort Otelini tercih ettik. Otelin henüz çok yeni renevasyonunu bitirmiş olması, gerçekten olağanüstü bir bahçesinin varlığı ve üstelik oda fiyatlarının da gecelik 110.-€ bazında olması bu tercihimizin ana nedenleri oldu. Bugüne kadar gittiğimiz otellerdeki azami konaklama süresi 7-10 gün arasında olurken ilk defa bu tesise tam 15 günlük bir rezervasyon yaptık. Ve inanın ki fazlasıyla değdi. Şu ana kadar dünya üzerindeki gezilerimiz nedeniyle sorulan “En çok hangi ülkeyi sevdin” sorusuna hala Japonya diye cevap vermekteyken, “En çok hangi oteli sevdin” sorusuna ise Bali’deki Nusa Dua Beach Otel diye yanıt veriyorum. Aşağıdaki fotoğrafları görünce eminim sizler de bana hak vereceksiniz. İşte Bali seyahatimiz böyle başladı.
Qatar Havayollarının İstanbul-Doha-Denpasar uçuşu konforlu, ancak hala anlayamadığım sebeplerden dolayı çok soğuk geçti. Bir çok kez yaptığımız ikazlarımıza rağmen değiştirilmeyen uçak içi ısısı nedeniyle adeta buz kestik. Tahmin edeceğiniz gibi bir ağustos günü İstanbul’dan uçağa binerken bir şort bir tişört durumundasınız. Hadi üstünüze bir de battaniye aldınız ama nafile. 😦 Bu nedenle el çantanızda bir kazak bulundurmanızı önemle tavsiye ederim. Genelde bu tür uzun uçuşlarda uçak personeliyle kanka olurken bu uçuştan önümüze geleni fırçalayarak ayrıldık. İnsan tatiline doğrudan grip olarak başlamak istemiyor tabii ki.
Denpasar hava alanı yoğun yolcu trafiğine cevap verecek tarzda yapılandırılmış. Vizesiz girişin keyfiyle kolayca pasaport kontrolünden geçip otelimizin bize gönderdiği (ücretsiz) transferin tadını çıkartarak varıyoruz otelimize. Otelin girişindeki devasa boyutlardaki tarihi yapılar ve onlarla aynı boyutlara ulaşmış muhteşem tropik ağaçlar el ele karşılıyorlar bizi.
Otelin içi balık dolu havuzu tam lobinin ortasına konuşlandırılmış. Giriş işlemlerini makul bir sürede tamamlayıp bize tam 15 gece evimiz olacak odamıza yerleşiyoruz.
Oda yeterince büyük ve kullanışlı. Balkon manzarası, begonviller şahane. Bunlara bir de küçük ziyaretçilerimiz eklenince her şey mükemmel başlıyor. Sincaplar 🙂 Mini bardaki fıstıkları gelip elimden yiyerek bize hoş geldin diyen bu sevimli hayvanlarla giderek samimileşen bir dostluğumuz olacak ilerleyen günlerde.
Otelimizin kahvaltı ve diğer yemek çeşitlerine göre ayrılmış restaurantlarının hepsi son derece başarılı. Müşterilerin çoğu havuz bölgesine yerleşmiş iken biz tercihimizi okyanus kıyısına yapıyoruz.
Böyle yapmamızın bir hoş tarafı da hemen yanı başımızdaki güzel bir çardağın varlığı olarak çıkıyor ortaya. Zira otelimizin bir görevi de aynı zamanda bir balayı oteli olması nedeniyle bu çardakta yapılan nikah törenlerini organize etmesi. Kaldığımız sürece burada bir çok törene şahit olduk.
Tabii siz şezlongda yarı çıplak yatarken etrafınızda smokinli tuvaletli insanların dolaşması biraz komik olmuyor değil. Ama yine de çok eğlenceliydi bu törenler.
Evlenenlerin neredeyse tamamı Avustralyalı. Bir gün sahilde tanıştığımız yeni evli bir çiftle sohbet ederken, Bali’deki bir düğünün maliyetinin Avustralya’daki maliyetin 1/3’ü olduğunu öğrenince bu yoğun ilginin nedenini de anlamış oluyoruz.
Otelin bir hayli büyük arazisinin sahil ve havuz bölgesi dışında kalan bölümlerinde bir anfi tiyatro ve birbirinden güzel bir çok bahçe bulunuyor.
Otelin hemen sağ tarafı ise halk plajı. Buraya yürüyüp yerli halkla sohbet etmek, beach volley seyretmek veya oynamak, yumuşacık kumlarda dolaşmak mümkün.
Otelimizdeki ilk günler dinlenerek, oteli tanıyarak ve okuyarak geçiyor. Otelden kiralan bisikletlerle tüm Nusa Dua sahilini gezmek keyifli bir iş.
Otelin deniz kenarındaki şezlongumuzda en büyük aktivite olan sincap besleme faaliyetlerine ara verip lobinin hemen yan tarafında yer alan turizm ofisine giderek çevrede yapılacak aktiviteler hakkında bilgi alıyoruz.
Artık aksiyon zamanımız da geldi. Böylece kalan günlerimizin programı da belli oluyor.
Otel dışındaki ilk operasyonumuz Bali’nin ünlü Ubud şehri ve civarına yapacağımız tur. Gerçek Bali’yi görmeniz açısından Ubud çok önemli bir nokta. Sinemaseverlerin çok iyi hatırlayacakları “Eat, pry, love” yani “Ye, Dua et, Sev” filminin (Julia Roberts & Javier Bardem) “SEV” bölümü Bali’de çekilmiş. Filmdeki yaşlı şifacı Ketut ise gerçekten de Ubud’da şifacı olarak yaşayan birisi, aktör filan değil. Şu anda bizim Ketut Ubud’un en ünlü kişisi olmuş durumda. Kendisinden isteyeceğiniz bir randevu en erken üç ay sonra veriliyormuş. 🙂 Egzotik atmosferi, baharat kokulu, renk cümbüşü içindeki görünümüyle Ubud, özellikle doğu kültürüne meraklı olanları cezbeden bir şehir.
Ubud’da bir yürüyüş yaptıktan sonra hemen şehrin dışındaki pirinç teraslarının olduğu bölgeye devam ediyoruz. İşte sözün bittiği yer. Yolun kenarından bir kaç metre aşağıya inip önünüzde önce aşağıya ve sonra da yukarıya doğru tırmanan vadi üzerinde taraça terasları şeklinde tanzim edilmiş pirinç tarlaları sanki bu dünyaya ait değillermiş gibi duruyorlar. Oturduğunuz yerden kalkmak istemiyorsunuz, son derece huzur veren bu görüntü insanı sakinleştirip mutlu ediyor.
İstemeden ayrılıyoruz bu güzellikten, sırada Bali turizminin gözdelerinden olan ağaç oymacılığı işini yerinde görmek var. Gittiğimiz atölyede gördüklerimiz inanılmaz. Küçük bir biblodan kocaman yemek masasına kadar bir çok çeşit ve bence adları sanat eseri olması gereken yapıt ortalığı süslüyor. Özellikle bir kadın vücudundan esinlenerek yapılmış yemek masasına bayılıyorum. Bunun resmini görmelisiniz mutlaka.
Atölye sahibiyle sohbet edip, fotoğraf çektirdikten sonra Bali’lilerin dini inançları olan Hinduizmin iki ünlü ögesi olan Rama ve Sita’nın yer aldığı bir ağaç oymasını satın alıyoruz buradan. (Şu anda ofisimde tam karşımda duruyor. 🙂
Bölge ağaçları öylesine kolaylık sağlıyor ki el işçiliğine, işçilerde döktürüyorlar tüm sanatlarını. Ağacın doğal yapısında yer alan renk farklılıkları ustaca kullanılıyor, siz önce bunu ağacın bir bölümünün boyanmış olması olarak değerlendiriyorsunuz ama hele çalışma esnasında izlerken aslında ağacın farklı bir derinliğindeki doğal rengi olduğunu da açıkça görüyorsunuz.
Ubud ve çevresi çok güzel ama tek bir kusuru da var. O da trafiği. Bali’de bir yerden diğerine gitmek niyetiniz var ise saati çok iyi belirlemeniz gerekiyor. Sabah ve akşama ait işe gidiş ve dönüş saatlerini merak edenlere aynı saatlerdeki İstanbul trafiğini hatırlatırım. Biz de dönüşte bu akşam trafiğine bir miktar yakalanınca otele varışımız geceyi buluyor.
Ubut turu sonrasında sırada “Under sea walking” yani su altı yürüyüşü maceramız var. Sabah kahvaltı sonrasında yanımıza mayolarımızı alarak bizi bekleyen minibüs ile otelimizden ayrılıyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrasında geldiğimiz Sanur kentinin deniz kenarındaki bir iskeleden bindiğimiz bir tekne bizi yarım saat sonra denizin üstünde oluşturulmuş bir platforma taşıyor. Mayolarımızı giydikten sonra bir çok Japon turistle birlikte sıraya girip bu ilginç deneyimi yaşamayı bekliyoruz. Ayaklarımızda dalgıç ayakkabıları, belimizde yine dalgıçların kullandığı ağırlıklar omuzlarımız üzerine de başımızı geçirerek yerleştirdiğimiz kalın bir deri yarım yelek türünde bir giysimiz var. Ekipmanımız böyle iken sıra bize gelip platformun merdivenlerinden inmeye başlıyoruz. Su tam baş hizamıza geldiğinde şöyle astronot başlığı benzeri, biraz daha büyücek bir başlık omuzlarımızın üzerine yerleştiriliyor. Başlığın üzerinde içeriye hava pompalayan bir hortum var. Merdivenden inişimiz sürüyor ve denizin tabanına ulaşıyoruz. Şimdi yaklaşık 4 m. suyun içindeyiz. Başlığa gelen hava, suyun başlığa dolmasına engel oluyor. Ayrıca başlığın büyüklüğü gözlüklerimizin de kalmasına imkan verdiğinden sürekli gözlük kullanmak durumunda olan bizleri oldukça mutlu ediyor. Şimdi denizin dibinde yaklaşık 10 m. çapında bir dairede yürüyüşe başlıyoruz. Tutunmak için trabzanımız bile var. Çevremizde her türlü ihtimale karşı yüzen iki balık adamımız güvenlik konusundaki hassasiyeti gösteriyor. Hepimizin eline küçük pet su şişesi veriliyor. İçi yem dolu olan bu şişelerin tepesinde de bir delik var ve şişeyi her sıktığınızda bu yemler dışarı çıkıyor.
Tahmin edebileceğiniz gibi yüzlerce balık da bu anı bekliyor. 🙂 Sadece akvaryumda görebileceğiniz şahane balıklar burnunuzun dibinde ve ellerinizle dokunmanızdan bile rahatsız olmuyorlar. Şişeyi başlığımın camına dayıyorum, artık balıklarla aramda sadece başlığın camı var. 🙂 Bu çok zevkli deneyim 20 dk. kadar sürüyor ve aşağıda fotoğraflarınız da çekiliyor. Sonra tekrar merdivenden platforma tırmanarak dönüş yolculuğuna başlıyorsunuz. Kesinlikle kaçırılmaması gereken bir deneyim bu.
Bali demek Hinduizm demek ve Hinduizm demek de tapınaklar demek. Sırada Pura Luhur Batukau tapınağı var. İşin ilginç tarafı bu tapınağın Sangeh Maymun Ormanının içinde yer alması. Devasa ağaçlarla kaplı bu güzel ormanın içinde onlarca maymunun arasından yürüyoruz.
Rehberin talimatına uyarak üzerimizde gözlük ve benzeri hiç bir aksesuar bırakmıyoruz. Buranın maymunları hem fazlasıyla şımarık ve hem de tehlikeli olabilecek durumdalar. En önemlisi de üstünüze atlayıp, gözünüzden gözlüğünüzü alıp anında ağacın üstüne çıkabiliyorlar ki, bunun sonucu gözlüksüz kalmanız işten bile değil. Muz ikramı dışında kendileriyle ilgilenmeden yürüyüşümüze devam ediyoruz. Tapınak yine maymun dolu. Gezip fotoğrafladıktan sonra dönüş başlıyor.
Bir başka tapınak turumuzda bu defa Banjar Tega’ya gidiyoruz. Ormanlık bir bölgede yer alan bu güzel tapınağın havuzlarına akan termal sularla banyo yapmanız ve Bali inancına göre kutsanmanız mümkün. Biz de gereğini yaparak kutsanıyoruz hemen. 🙂
Son tapınak turumuzu Bali’nin güneyinde yer alan ve otelimize 45 dk. mesafedeki Pura Luhur Ulu Watu tapınağına yapıyoruz. 11. yüzyıl yapımı bu tapınağın en güzel tarafı konumu. Dik bir yamacın üzerine kurulu tapınağın küçük bir ormanı ve yamaç boyunca uzanan dar bir yol ile tam kendisini karşıdan gören bir anfi tiyatrosu var. Tapınağı gezerken hemen yanımızda fotoğraf çektiren genç çiftin erkeğinin gözündeki gözlüklerin bir maymun tarafından anında yok edilişine tanık oluyoruz. Ama burada işin bir çözümü var. Bu tapınakta yaşayan kutsal kişiyi (!) buluyor, derdinizi söylüyor ve zahmetlerine karşılık bir de bahşiş veriyorsunuz. 10 dk. sonra sapları kemirilmiş gözlüğünüz size geri geliyor. 🙂 Bu gezinin en güzel yanı birazdan başlıyor.
Tapınağın dar ve uzun yolundan Hint okyanusunun şahane manzarasını seyrederek yandaki tepenin üstüne konuşlanmış anfi tiyatroya geçip oturuyoruz. Tiyatro tıklım tıklım doluyor güneş batarken. Harika bir manzara var. İşte tam da güneş batımı sırasında sergilenen Kecak dansı da önce müzik ve sonra onlarca dansçının performansıyla başlıyor. Ortada yakılan ateş konuyu daha da egzotik hale getiriyor. Dansta Rama ve Sita’nın hikayesi anlatılıyor.
Bali günlerimiz bazen yukarıda anlattığım turlarla ve bazen de otelimizin keyfini sürmekle geçerken geceleri neler yaptığımızdan da bahsetmek isterim. Her şeyden önce çılgın gece partileri ve sabaha kadar eğlence arayanların gitmesi gereken yer Kuta ve Kuta’nın bar ve gece kulüpleri.
Gerek bir çok otelin kendi bünyesinde ve gerekse bizim bölge olan Nusa Dua’da bu tür beklentilere cevap verecek bir uygulama yok. Ancak küçük bir kasaba olan Nusa Dua’nın biraz dışında turistlere hitap eden bir tür alış veriş merkezi yapılmış ki, gerek bir beton yığını tarzını taşımaması ve gerekse dükkanların dışında restaurant ve canlı müzik performanslı aktiviteleriyle donanımlı olmasıyla hoş bir yer halinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İşin güzel tarafı ise bu bölgeye her saat başı ücretsiz bir shuttle servisin olması. Servis aracı bölgedeki tüm otellerden topladığı müşterilerini Bali Collection adlı bu yere taşıdıktan sonra aynı yöntemle geri götürüyor. Bir çok ünlü markaya ait dükkanlar, çeşitli restaurant ve barlar tek katlı bir yapı olarak yan yana dizilmiş bir durumda burada.
Otelin anfi tiyatrosunda haftada 2 gece Bali Dansları gösterisi var. Hem bu renk cümbüşü tarzındaki dansları seyretmek ve hem de Bali mutfağını test etmek için iyi bir fırsat. Bali mutfağı geleneksel Hint mutfağına bir hayli benzer nitelikte ama damak zevkinize hitap edecek her türlü mutfağı gerek Bali Collection’da ve gerekse kaldığınız otellerde rahatlıkla bulabilirsiniz. Yani Bali’de aç kalır mıyım diye düşünmenize hiç gerek yok.
Bali deyince akla gelen bir diğer önemli konu da meşhur Bali masajı. Tüm dünyaya yayılmış Bali’li masözlerin kendi evlerindeki hizmetlerinin çok daha otantik ve etkili olduğuna şüphe yok. Her otelde olduğu gibi bizim otelin de bu konuda son derece başarılı bir spa’sı var. Oteller dışında da bir çok yerde masaj salonu kolayca bulabilirsiniz.
Yaklaşık 250 milyon nüfuslu büyük bir islam ülkesi olan Endonezya’nın ortasında sadece 4 milyon hindu nüfusuyla yer alan Bali’nin tüm ülke turizminin en önemli ögesi olması ilginç bir durum. Bali’liler turistin değerinin farkında olan sıcak kanlı ve sempatik insanlar. Suç oranı neredeyse sıfıra yakın olan bu ada turistlerin çekinmeden hareket edebilecekleri son derece güvenli bir yer.
Otel personeliyle güzel dostluklar gelişiyor. Özellikle hem güzel ve hem de çok sıcak müşteri ilişkileri sorumlumuz Japon Minako’nun yeri bir başka.
Son söz olarak, özellikle yaz ayları için uygun bir mevsime sahip olan bu güzel adayı kaçırmayın derim. Uygun bir uçak bileti sonrasındaki otel ve restaurant ücretleri dünyanın bir çok benzer bölgesine göre son derece uygun. Selamat tinggal. (Hoşça kalın :))
Harika yazmışşın Semihcim en kısa zamanda bu seyahati yapmak istiyorum o kadar samimi anlatımın varki sanki ordaymışım gibi hissettim eline koluna hafızana saglık
Semra’cığım çok naziksin. Teşekkür ederim. Bu yorumlar beni de motive ediyor. Öptüm