Tallinn’den konforlu sayılabilecek bir otobüsle rahat bir yolculuk sonrasında (4,5 saat) Baltık ülkelerinin en büyük başkenti olan Riga’ya ulaşıyoruz. 700.000 kişilik nüfusu ile hem ülkenin ve hem de bölgenin en büyük şehri olan Riga’nın geçmişi kuruluş tarihi olarak kabul edilen 1201’e kadar uzanıyor. Aynı komşusu Tallinn gibi tarihinde bir çok savaş ve işgal yaşamış olan Riga’nın da oldukça güzel bir eski şehri var.
Otogar’dan bir taksi ile otelimize geçtikten ve odamıza yerleştikten sonra hemen eski şehire doğru yürümeye başlıyoruz. Otelimizin konumu bu yönden harika.

Özgürlük anıtı ilk karşımıza çıkan şehir sembolü oluyor. Ülkenin özgürlüğünün sembolü olan bu yapıt 1935 tarihli. Şehirde Museum of the Occupation of Latvia , Latvian ethnographic müzesi, Riga Motor Müzesi, Latvian War müzesi, tarih müzesi, sanat müzesi, havacılık müzesi gibi bir çok müze var. Ancak biz her zamanki gibi şehrin canlı dokusuyla ilgilendiğimiz için bu müzeleri pas geçiyoruz. Kilise ve katedral yönünden Riga’nın St. Peter’s Church, Nativity Cathedral Riga, St. Gertrude Church, St. Alexander Nevsky Church, Our lady of Sorrows Church gibi güzel ve gezilesi yapıları bulunuyor.
Ülkenin komşuları Estonya ve Litvanya ile birlikte özgürlüğüne kavuşması da ilginç bir olayla başlamış. 23.Ağustos.1989 tarihinde üç ülke halkı el ele tutuşarak 600 km. uzunluğunda bir insan zinciri oluşturarak bağımsızlık taleplerini tüm dünyaya ilan etmişler. Nitekim 1991 yılında da Sovyetler Birliğinden ayrılarak bağımsız olmuş bu üç güzel ve sempatik ülke. Ardından 2004 yılında her üç ülke de Nato ve Avrupa Birliğinin yeni üyeleri olmuşlar. 2014 yılında Avrupa’nın kültür başkenti seçilen Riga özellikle eski şehrinin hem mimari ve hem de Arnavut kaldırımlı sıcak atmosferi ile turistleri mutlu eden bir şehir.

Eski şehir küçük bir alana sığmış ise de bir çok meydanıyla cafe, bar, restaurantları, dükkanlarıyla, gezginleri ağırlıyor. Şehir mimarisindeki Art Nouveau tarzı gerçekten çok güzel.

Binalardaki küçük detaylar aslında şehrin güzelliğini de arttırıyor.

Her yer bakımlı ve temiz. Letonya’lılar da aynı komşuları Estonya’lılar gibi kibar ve güler yüzlü insanlar. Şehrin ortasından geçen Pilsetas kanalı ve üzerindeki turist tekneleri şehrin havasına ayrı bir tarz katıyor.

 

Nehir üzerindeki köprü korkuluklarında artık Avrupa’nın bir çok kentinde moda haline gelen genç çiftlerin aşklarının sonsuzluğunu sağlamak amacıyla taktıkları çeşit çeşit kilitler var.Riga kalesi, Üç kardeş evleri (Orta çağın eserleri) Meşhur kara kedili ev, Kara kafalılar binası şehrin sembol yapıları.

Bizim ilgimizi en çok çeken yer ise kara kedili ev oldu. İlginç bir hikayesi var burasının. Orta çağda kurulmuş bir tüccarlar locasına bir türlü kabul edilmeyen ve evi hemen loca binasının karşısında bulunan bir başka tüccar, bu kabul edilmemeyi protesto etmek için evinin çatısına kara kedi figürünü kondurup bunun kuyruğunu da loca binasına doğru yöneltmiş. Locadakiler de bu olaya çok bozulmuşlar ve tüccar ile anlaşma masasına oturmuşlar. Sonuçta tüccar locaya kabul edilmiş ve kedinin kuyruğunun da yönü değişmiş. 🙂 İşte bu kara kedi bugün kentin sembollerinden birisi.

 

Riga’nın belki de en ünlü restaurantı Rozengrals otantik ortaçağ atmosferli yapısıyla ve fıstık garsonlarıyla kesinlikle denenmesi gerekli bir yer. Böylece Letonya yerel mutfağı ile de tanışma şansınız oluyor.

İyi planlanmış bir 1,5 gün Riga’nın güzelliklerini öyle koşturmadan, kahvenizi içip çevrenizi seyrederek görmeniz için yeterli bir süre. Bizim Letonya tatilimiz 3 geceyi kapsadığından kalan süremizi değerlendirmek için Riga’nın dışında neler olduğunu anlamak istedik.

İkinci dünya savaşına olan ilgimiz bizi öncelikle Riga’nın hemen yanı başındaki Bikernieki ormanına yönlendirdi. Nazilerin henüz krematoryumlu toplama kampları öncesinde uyguladıkları yahudi katliamı metodu, iş makinelerinin kazdığı devasa çukurlara insanları doldurup çapraz makineli tüfek ateşiyle katledip sonra da üstlerini örtüp, biraz ileride yeni çukuru kazmak şeklindeydi. İşte bu yöntemin en acımasız örneklerinden birisi de bu ormanda yaşamış ve yaklaşık 20.000 yahudi katledilerek bu ormana gömülmüş.

Aslında son derece güzel olan bu ormanı kasvetli hale getiren bu korkunç geçmişi yerinde görmek istedik.

Ormanın girişindeki anıtlar ve devamındaki devasa mezarlar ve diğer anıtları ziyaret ederek ormanı bir ucundan diğerine doğru yürüyerek geçtik. Havanın güneşli olması sayesinde üşümeden turumuzu tamamlayabildik.

Letonya’daki kalan günümüzde ise Riga’ya 50 km. mesafedeki Sigulda’yı ve Gauja milli parkını gezmeye karar verdik. Gidişi belediye otobüsüyle Letonya’lılarla birlikte yaptık ama otobüsün bu mesafeyi kat etmesinin saatler aldığını görünce dönüşte taksiyi tercih etmemiz de kaçınılmaz oldu. Sigulda tarihi küçük ve sevimli bir şehir ama hemen yanı başındaki Gauja milli parkı adeta bir cennet.

Baharın yeşillendirmesiyle birlikte onlarca çeşit ağacın müthiş bir güzellik verdiği parkı bazen yürüyerek, bazen de bize rehberlik yapan Catherina’nın kullandığı elektrikli golf aracıyla geziyoruz.

Teleferikle geçilen bir vadi var önümüzde ve de Gutmana mağarası. Mağaranın duvarlarındaki ilk çağlara ait resimlerin yanına zamanla yeni çağa ait görüntüler de karıştırılmış maalesef.  Aynı bölgedeki Turaiada kulesi 13. Yüzyıl kökenli güzel ve görkemli bir yapıt.

Burada bir de sürprizle karşılaşıyoruz. Uyanık bir Letonya’lı girişimci ikinci dünya savaşında Alman ve Rus’ların çarpışma bölgesi olan bu bölgede kendi özel ve küçük müzesini açmış. Müze küçük belki ama son derece zengin.

Savaştan arda kalan bir çok silah, mühimmat ve malzeme burada sergilenirken benim en çok ilgimi çekeni ise bahçesindeki Rus tankı T 34 oldu.

Böylece doyurucu ve keyifli geçen 3 günümüzü tamamlayarak yine yollara koyulma vaktimiz de geldi. Riga otobüs garından yeni hedefimiz güneydeki komşu ülke Litvanya’nın başkenti Vilnius.