Belçika seyahatimizin son bölümünde bu sefer sevgili ağabeyimin rehberliğinde başkent Brüksel’e geliyor sıra. Avrupa Birliğinin de başkenti olan yaklaşık 2.000.000 nüfuslu kent Flaman ve Wallon bölgelerinden sonra bu küçük ülkenin üçüncü federal bölgesi. Nato’nun da merkez karargahı olan şehirde Flamanca, Fransızca ve Almanca resmi diller konumundaymış. Tarihi 580 yılına kadar dayanan bu oldukça yaşlı kenti turlamaya şehrin kalbi sayılan Grand Place’dan başlıyoruz.
Barok, gotik ve Louis XIV mimari tarzlarının harmanlanmasıyla çerçevelenmiş meydan son derece kalabalık ve hareketli.
Meydanın en görkemli yapısı Stadhuis van Brussel’in önündeyiz. Yani belediye başkanlığının. 1420 yılında inşaatı biten bu yapı son derece etkileyici bir mimariye sahip.
Meydanın çevresindeki diğer yapılar da birer sanat eseri.
Meydana çıkan sokaklardan birisinde Everard’t Serclaes’in yatan Meryem heykelini görüyoruz. Sol eliyle dokunanlara şans getirdiğine dair bir rivayeti de var.
Brüksel’e her gelenin harıl harıl aradığı, bulunca da hayal kırıklığına uğradığı ünlü “İşeyen Çocuk” yani Manneken Pis heykelinin önü yine çok kalabalık. Sanıyorum 1619 tarihli bu heykelin (boyu 61 cm.) ünü kendisinden çok daha büyümüş olmalı ki görüldüğüne bu hayal kırıklığını yaratıyor.
Artık bir mola verme zamanı geldi. Bira ülkesi Belçika’daki en favori biram olan Hoegaarden’i bulunca sorun kalmıyor 🙂
Turumuzun sonunda bir başka Brüksel sembolü olan Atomium var. 1958 yılında Expo 58 fuarı için yapılan bir anıt bina burası.Andre Waterkeyn tarafından tasarlanan 102 m. yüksekliğindeki yapı 9 çelik kürenin birleştirilmesiyle oluşup demirin kristal kafes yapısının tam 165 milyar kez büyütülmesinden esinlenilmiş. Aslında sadece 6 ay için planlanan yapı şehrin sembolü haline gelince varlığını sürdürmeye devam etmiş. Her küresinin içinde lokantalar, dükkanlar ve eğlence merkezleri bulunan yapıdan güzel Brüksel manzaraları da yakalanabiliyor.
Artık ikinci ülkemiz haline gelen Belçika’daki ziyaretimiz böylece sona eriyor.