Uzun bir süredir ihmal ettiğimiz Karaib’lere gitme zamanı geldi. Son olarak 1996’daki Küba seyahatimden beri bu bölgeye yolum düşmemişti. Özellikle bizim kış dönemi bu bölgenin en kuru ve sakin dönemi olduğundan seyahat için de en iyi zaman oluyor.
Dominik Cumhuriyeti adı son yılların popüler TV programı olan “Survivor” sayesinde ülkemizde de bir hayli bilinir olmuştu.
Ekonomik, sıcak, güvenli bir yer olmasının yanı sıra son dönemde yükselen bir turizm trendinin olması bu ülkeyi seçmemizdeki en önemli etkenler oldu.
Dominik Cumhuriyetine doğrudan bir uçuş yok Türkiye’den. Hatta Avrupa’dan dahi düzenli bir uçuş programı yakalamak pek kolay olmuyor. Haritaya baktığınızda Amerika’nın Florida’sına oldukça yakın bir yer olduğunu görüyorsunuz. Hal böyle olunca THY ile Miami’ye gitme fikri doğdu bir anda. Hem her zamanki THY keyfi ve hem de oradan geçişin sorun olmaması gerektiği yönündeki öngörümüz ile kolları sıvadık.
İstanbul/Miami gidiş dönüş bileti kişi başı 700.-$ ki makul bir rakam. İşin tuhaf tarafı Miami/St. Domingo gidiş dönüş fiyatının 800.-$ oluşunda. Topu topu 2 saatlik bir uçuşun bu fiyatta olmasına oldukça şaşırdık ama nedenini de kısa sürede öğrendik. Ocak ayı Amerika’lının özellikle de sıcak bölgelere seyahat ettiği oldukça popüler bir ay. Durum böyle olunca arz, talep dengesi doğrudan fiyatlara yansıyor haliyle. Sonuç olarak bu destinasyonun bedeli kişi başı 1.500.-$ oluyor.
İstanbul’da kar yağışının olduğu, bizim seyahat tarihimizden bir kaç gün öncesinde bir çok uçuşun iptal edildiği bir dönemde, acaba gidebilecek miyiz endişemizin tavan yaptığı bir ruh hali ile gittik Atatürk hava limanına. Bir sorun çıkmadı ve 13 saatlik güzel bir uçuş sonrasında vardık Miami’ye. St. Domigno uçuşumuz ertesi gün olacağından bir hava alanı oteli olan Hilton’da geceliği 225.-$’a konakladık. Bu arada biraz dinlendikten sonra yağmurlu Miami’de turlama ve Hard Rock Cafe’de güzel bir akşam yemeği fırsatını da kaçırmadık tabii.
Ertesi gün American Airlines’ın pahalı uçuşuyla ve 2 saatlik bir yolculuktan sonra vardık başkent St. Domingo’ya. Yabancı bir ülkeye VİZESİZ giriş keyfiyle pasaport ve bagaj işlemlerini tamamladıktan sonra çıkışta bizi bekleyen otelimizin transfer aracının şoförü Carlos ile buluştuk. St. Domingo ki adanın güneyindedir, tam karşı istikamete kuzeye doğru yaklaşık 2,5 saatlik bir kara yolculuğu ile adayı dikine geçeceğiz Samana’ya varabilmek için. Bu transfer için 200.- $ bir bedel ödeyeceğiz ki, oldukça pahalı bir rakam. Maalesef daha iyi bir seçenek de yok varış saatimiz itibarıyla. Gece yarısı gibi otelimize varmayı planlamıştık ki bu sayede boşalmış yollarda rahatlıkla gidebildik. Yol kalitesi hiç fena değil ve büyük bölümü de duble yollardan oluşuyor bu ülkenin.
Ülkenin en eski ve popüler bölgesi adanın doğu ucunda yer alan Punta Cana. Samana ise kuzeyde ve turizmde daha yeni adından bahsettiren bir bölge. Bölgenin coğrafi konumu ve fiyatların da daha uygun olması nedeniyle tercih ettik Samana’yı.
Grand Bahia Principe Cayacoa Hotel Resort’ta 11 gece kalacağız. Otele ödeyeceğimiz bedel ise 3.300.-$. Yani geceliği 300.-$ olan bu otelde iki kişi HER ŞEY DAHİL bir konaklama yapacağımızı düşünürseniz, fiyatın makul olduğunu da görürsünüz. Bizim güneydeki bol yıldızlı otellerle bir kıyaslayın isterseniz. Tabii bizim gezi tarihimizde Dolar 2.80’lerdeydi. Üstelik buradaki “HER ŞEY DAHİL’in” kalitesi de on numara. Gerek büyük restaurant’ının gerekse rezervasyonla gidebileceğiniz diğer üç ayrı türdeki restaurant’ların yemek ve servis kalitesi çok iyi bir düzeyde. Sadece ithal içkilere extra ödüyorsunuz ki, bir Chianti Classico’ya 15.-$ ödediğinizi düşününce buradaki fiyatlandırmanın da neredeyse İtalya’dan bile ucuz olduğunu görüyorsunuz. Bunun dışında otelin iki ayrı plajı, iki ayrı yüzme havuzu ve bir çok kafeteryası da mevcut. Özellikle plajlardan birisi adeta özel plaj konumunda (Bu ülkede de plajlar tüm halka açık) kapalı bir koyda yer alıyor ve hem denizi hem de manzarası çok güzel. Diğer plaj daha büyük ve kalabalık. Otel müşterisinin çoğunluğu Kanada’lılardan oluşuyor. Bir miktar güney Amerikalı’da var. Tabii tek Türk bizleriz 🙂
Dominik Cumhuriyeti Karaibler’in Küba’dan sonra en büyük ikinci adasında yer alıyor ve adayı da batı komşusu Haiti ile paylaşıyor. 11 milyon civarında nüfusu olan ülkenin en büyük zenginliği tahmin edeceğiniz gibi turizm. Tropik iklimi sayesinde senenin her döneminde ziyaretçi alıyor. Ülke son derece zengin topraklara da sahip. Kakao ve kahve’nin yanı sıra bir çok çeşit meyvası ve hemen her türlü tarım ürünleri de mevcut. Puro üretimi ise ayrı bir konu. Küba’nın dünya üzerindeki en büyük rakibi konumundalar.
Burada geçireceğimiz sürede 5 ayrı gezi programı planlıyoruz. Böylece bir gün otelde yatıp dinlenmek ve ertesi gün tura çıkmak şeklinde bir program oluşuyor kendiliğinden. İlki tamamen eğlence amaçlı bir günlük tur. Tüm dünyada giderek yaygın hale gelen zip-line konusunu ilk defa deneyeceğiz. Bildiğiniz gibi yerden oldukça yüksek iki nokta arasındaki bir tele bağlanarak yaptığınız yolculuğa verilen bir isim bu. Samana’ya yarım saat mesafedeki bu kısa yolculuk öncesinde saf çukulatanın yapılışına tanık olduğumuz ve bol bol rom tükettiğimiz bir mola sonrasında geliyoruz zip-line noktasına. Her türlü güvenlik önleminin alındığını ve korkulacak bir yönün olmadığını görerek sıralanıyoruz ardı ardına. Yoğun bir ormanın tepe noktasından karşıdaki tepeye doğru vadinin üzerinden telde kayarak geçmek çok keyifli bir deneyim gerçekten.
Karşılıklı çapraz hatlarla tam 13 ayrı yolculuk sonucunda vadinin dibine de inmiş oluyoruz.
Tüm bu tur sırasında bir fotoğrafçı hem fotoğraf hem de video çekiyor. Dilerseniz sonra bu konuda hazırlanan bir cd’yi satın alabiliyorsunuz. Bu tur sırasında bir çok küçük köyün içinden, kenarından geçerken Dominik halkının yaşam koşullarına da tanık oluyoruz.
Derme çatma kulübelerinde yaşam savaşı veren bu güzel insanların ekonomik koşullarının bir hayli mütevazi olduğu açıkça görülüyor. Tropik iklimin barındırdığı bir çok kuş ve hayvan cinsi de var burada ama İguana bu ülkenin en güzel parçalarından birisi.
Ama her şeye rağmen hemen hepsi son derece güler yüzlü ve sıcaklar. Zip-line maceramızın bedeli kişi başı 90.-$
İkinci turumuz ülkenin dünyaca meşhur Rincon Plajına. Samana’dan 1,5 saat uzaklıktaki bu plaja bir kamyonun kasasında hoplaya zıplaya yaptığımız eğlenceli bir yolculuk sonrasında varıyoruz.
Plajın yakınındaki küçük bir köy dışında bölgede hiç bir yerleşimin bulunmaması bölgenin doğal güzelliğini de korumuş haliyle.
Altın rengi kumsalı ve türkuaz deniziyle Rincon gerçekten de görülmeyi hakkediyor. Burada 3-4 saat geçirip bol bol yüzüyor ve dinleniyoruz.
Arkamızdaki yüksek dağlardan gelen nehir ile denizin birleştiği yerin güzelliğini ani bastıran yağmura rağmen kaçırmıyoruz.
Arkadaki bir açık hava restaurantında öğle yemeği ile tamamlıyoruz turu. Bu tur sırasında daha sonra bu ülkedeki tüm süremizi bizimle paylaşacak olan Kanada’lı arkadaşlarımız (Gerçi onlar Quebec’li denilmesini tercih ediyorlar 🙂 France ve Richard ile tanışıyoruz.) Karaiblerin en güzel 10 plajı içinde yer alan bu plaj ününü fazlasıyla hakkediyor. Kaçırılmaması gereken bir yer kesinlikle.
Çevredeki halk da merakla yanımıza geliyor. Çocuklar nasıl her yerde çok güzeller ise bu tatlı kız da aynen öyle.
Tur bedeli 59.-$
Üçüncü etkinliğimiz ise otele 2 saat uzaklıktaki El Limon. Tropik ormanın içinde yer alan çok güzel bir şelaleyi görmeye gidiyoruz bu sefer. Yine kamyon arkası yolculukla başlıyor turumuz.Turun başlangıcında kauçuk üretimi yapan küçük ve basit bir atölye gezisi, puro alış verişi ve yapılışını görme imkanı, kaçınılmaz olan bol rom ikramı var.Mama Juana en ünlü rom çeşidi ve ülke halkı bu içkinin her derde deva olduğunu söylüyor.
Bu arada mütevazi bir köy evinin içini görme ve ayrıca da bir okul ziyareti yapma imkanı da buluyoruz.
Kamyon sonrasında bir diğer ilginç deneyim bekliyor bizi. Atlar.
Evet yaklaşık yarım saat oldukça zorlu bir parkuru at üzerinde geçiyoruz. Zemin çamur ve kayalık. Zavallı hayvanların böylesi kötü bir zeminde bu kadar rahat gitmeleri şaşırtıyor bizi.
Süvarilik deneyimi bir noktada bitiyor ve bu seferde dönerek aşağıya doğru dar bir patikadan ve yine kaya parçaları üzerinden yürüyüşe geçiyoruz bu defa. Tüm bu maceralı yolculuk sonunda muhteşem bir güzellikle karşı karşıya geliyoruz. 55 metreden dökülen bir şelale ve altında kristal sudan oluşmuş bir doğal havuz.
Bir çok kişi burada yüzüyor ama su cidden çok soğuk. Biz ayaklarımızı sokmak, sevimli bir papağanla tanışmak ve bol fotoğraf çekmekle yetiniyoruz burada.
Dönüş tamamen aynı şekilde. Önce yukarıya doğru tırmanış, ardından atımızı bulup onunla geriye doğru yolculuk. At’ların yanında size yürüyerek eşlik eden gençlere bir miktar bahşiş vermeyi unutmamak gerek. Kamyonların beklediği alanda yine bir açık hava restaurantı var. Açık büfe hizmet veren bu restaurant’ta da diğerlerinde olduğu gibi her tür yemek sevene göre alternatif bol. Restaurantta yine acayip sevimli bir ufaklıkla tanışıyoruz.
Ülkenin bir diğer doğal zenginliği de amber, kehribar ve larimar taşları. Özellikle larimar sadece bu ülkeye ait oldukça güzel yeşil renkli bir taş. Böyle olunca her üç taşın kullanılmasıyla yapılan kolye, bilezik ve yüzükler özellikle kadın müşterileri bir hayli cezbediyor. Yaptığımız turlarda hemen her yerde bunların satıldığı dükkanlara mutlaka uğranılıyor. Bu tur için ödediğimiz bedel 79.-$
Oteldeki gecelerimizde zaman zaman güzel showları izleme imkanı da oluyor.
Sıra geliyor başkent turuna. St. Domigno turuna biz ve Kanada’lı arkadaşlarımız katılıyor ve bir van ile 2,5 saatlik bir yolcuktan sonra vardığımız başkenti rehber eşliğinde geziyoruz. Sevimli bir şehir olan St. Domigno turuna Basilica Cathedral of St. Maria La Menor ile başlıyoruz.
1535 tarihli bu gotik mimari ürünü kilise İspanyol’ların bir eseri. Tam da biz oradayken gelen gelin ve damat fotoğrafçılarına bol bol poz verirken, biz de fotoğrafçılar arasına karışıyoruz.
Sırada 15. Yüzyıl tarihli Alcazar De Colon var. İspanyolların kale olarak inşa edip kullandıkları, Christoph Colombus’un da bir süre yaşadığı bu yapı bugün müze olarak gezilebiliyor.
Ülkenin bağımsızlık mücadelesinin anlatıldığı bir diğer güzel yapı da Panteon de la Patria. 1746 tarihirde tamamlanan yapı içerisinde bağımsızlık savaşında hayatlarını kaybeden bir çok kişinin de mezarları bulunuyor. Sönmeyen meşaleler etkileyici bir atmosfer yaratıyor.
Yine 1511 tarihli olup ülkenin geçmişinde önemli bir yeri olan Calle De Las Damas caddesi dünya mirası listesine dahil edilmiş.
National Palace ülke başkanının hem çalışma hem de ikamet yeri. Görkemli bu yapıyı ancak dışarıdan görüp fotoğraflamak mümkün.
Turumuzda bir bira molası da lazım tabii ki.
Les Tres Ojos National Park ise mağara ve gölleriyle birlikte güzel bir botanik bahçesi.
Columbus Lighthouse yani bir tür feneri de bulunan yapıt 1992 yılında açılmış ve Colomb’u ve hristiyanlığı temsil eden görkemli bir atmosfere sahip.
3.000.000 nüfuslu başkent turumuz öğle yemeği sonrasında bitiyor ve otele dönüş yoluna çıkıyoruz. Turun fiyatı 90.-$
Son etkinliğimiz denizde geçecek. Katamaran turuna ilgi oldukça fazla. Samana limanından hareket ederken Survivor çekimlerinde kullanılan gövdesi tamamen Turkcell reklamı ile donanmış olan sürat teknesinin de bu limanda bağlı olduğunu görüyoruz.
Katamaran süratle harekete geçerek bizi Unesco’nun dünya mirası listesine de giren Los Haitises milli parkına götürüyor.
Samana’ya yaklaşık 1 saat mesafedeki bir ada burası. Adanın iç kesiminde adeta nehirde gidiyormuş gibi tekneyle yapılan yolculuk da ilginç gerçekten.
Çok dar kanallardan geçiyor ve çevrenin muhteşem güzelliğini içimize çekiyoruz.
Bir kuş cenneti de olan milli park civarında ocak ayı sonundan itibaren kambur balina mevsimi de başlıyormuş. Ne yazık ki biz biraz erkenciyiz, balinaları yakalayamıyoruz. Tekne bir noktada kıyıya yanaşıyor ve iniyoruz hep birlikte. Şimdi Bosque Humedo adı verilen ormanın içinde dar patikalardan yürüyoruz. Rotamız üzerinde bir çok mağara var.
Kah deniz içinden yürüyerek kah karadan yürüyerek girilen bu mağara tavanları yarasaların da yaşam alanları.
Bu adadan ayrıldıktan sonraki durağımız olan Cayo Levantado adası şahane bir yer.
Önce adanın ortasında her zamanki gibi bir restaurant’ta öğle yemeği yedikten sonra plaja geçiyoruz.
Denizin ve kumun rengi inanılmaz. İnsanın denizden çıkası gelmiyor.
Burada geçirdiğimiz 2-3 saat sonrasında ise katamaran bizi geri getiriyor Samana’ya. Katamaranın her hareket anında salsa müziği başlıyor ve rehberler kızları boş bırakmıyorlar.
Kendisine Black Panther dedirten sempatik rehberimize ben Pink Panther deyince yüzü asılıyor biraz. 🙂 Bol dans, rom ve şamata içinde sürüyor yolculuklar.
Bu tur için kişi başı 59.-$ ödüyoruz.
Yukarıda anlattığım tüm turların sonunda hem tur anını görüntüleyen hem de ülke hakkında ayrıca fikir edinmenizi sağlayan video ve fotoğrafları kapsayan CD’leri rehberler 25.-$ ortalama bir fiyatla satıyorlar.
Dominik Cumhuriyeti dinlence ve eğlenceyi bir arada sunan, ekonomik, güvenli ve son derece keyifli bir ülke. En zorlu tarafı Türkiye’den ulaşımı. Eğer iyi bir bilet yakalayabilirseniz görülmeyi fazlasıyla hakkeden bu sevimli ülkeyi ihmal etmeyin derim. Ayrıca yakınlarda THY’nın bu bölgeye yani Karaib’lere direkt uçuşlarının başlayacağını da duyduk, sanıyorum Küba’nın Havana’sı olacak bu nokta. Ama oradan bile Dominik çok yakın olacaktır, incelemeye değer. Bizim yaz sezonu dediğimiz Haziran eylül arasındaki döneme dikkat etmekte fayda var. Zira fırtına ve kasırga mevsimi tam da bu döneme denk geliyor Karaib’lerde.
Semihcim ne güzel yazmışşsın yarın kalkıp gidesim varrrrr😊😊