İTALYA – Maiori – Amalfi – Ravello – Positano – Sorrento – Pompei – Capri – Mayıs 2016

İki aylık bir aradan sonra yine İtalya yollarındayız. 19 Mayıs tatilinden de yararlanarak 10 gün için planladığımız bu gezimizde 5 ayrı şehirde ikişer gece kalma şeklinde yaptık programımızı. Gezimiz THY ile Napoli’ye yaptığımız 2 saatlik güzel bir uçuşla başladı. Napoli hava alanı dışında hemen her saat başı Amalfi bölgesine hareket eden otobüslerden birisine atlayıp, kişi başı 10.-€ ödeyerek yola çıktıktan yaklaşık 1,5 saat kadar sonra bölgenin en önemli merkezlerinden Positano’nun yamaçların ardında kalan bir otobüs durağına (Curreri Viaggi) varıyor ve buradan kırmızı renkli (Sita Bus)belediye otobüslerinden birisine aktarma yapıyoruz. Otobüs halk, öğrenciler ve turistlerle tıka basa dolu ama bu tatlı gürültü hoşumuza gitmiyor da değil. 45 dk. gibi bir sürede parkurumuzun en güney ucunda belirlediğimiz küçük bir balıkçı kasabası olan Maiori’ye ulaşıyoruz. Hepi topu 6.000 kişiden oluşan bu sevimli kasaba sahilden geriye doğru çok da dik olmayan bir yamaca yerleşmiş. Booking com aracılığı ile belirlediğimiz otel Panaroma bizi gecelik 174.-€ bedel ile ağırlayacak. Odanın kapısını açar açmaz otomatik olarak devreye giren panjurların yukarıya doğru kalkmasıyla harika bir manzara çıkıyor karşımıza.

Burada kalacağımız iki gece boyunca otelin hem güler yüzlü ve yardımsever personelinden (özellikle güzel gözlü İda’dan. Adının ülkemizde bir dağ adı olmasına oldukça şaşırmıştı)  🙂 ve terasındaki harika kahvaltısından ve modern oda dizaynından son derece memnun kalıyoruz.

Sahil boyunu turlayarak başlıyoruz Maiori gezimize, hemen kasabanın bir ucunda küçük bir marina ve onun önündeki San Francesco meydanına bakan Chiesa San Francesco kilisesini görüp geriye dönüyor ve sahil boyunca kasabanın öbür ucuna 15-20 dk. içerisinde ulaşıyoruz.

Lungomare caddesinin bu ucunda 41 numarada güzel bir dükkan var. Başta seramik olmak üzere bir çok çeşit hediyelik eşya satan dükkanın sahibi Pasquale oldukça hoş sohbet birisi. Uzun uzun başından geçenlerden, mafyanın buralarda nasıl sahte parayla alış veriş yaptığından filan bahsediyor.

Sahil turu sonrası Corso Reginna’ya yani sırtınızı denize döndükten sonra arka yamaçlara doğru uzanan caddeye giriyoruz. İrili ufaklı bir çok dükkan ve restaurantı geçerek yukarıya doğru yürürken Chiesa San Maria a Mare kilisesini görüyoruz ki bu kasabanın en görkemli yapısı da tarihi 1200’lere dayanan bu kilise gibi görünüyor. Ancak bize göre en etkileyici yapı, kasabayı Salerno yönünde terk ederken hemen çıkışta sahilde bulunan Torre Normanna.

Adından da anlaşılacağı gibi Norman’ların 1250-1300 yılları arasında gözlem ve savunma amaçlı olarak kayaların üzerine inşa ettikleri bu küçük kale bugün restaurant olarak kullanılıyor.

Hem yemek kalitesi, şarapları ve hem de muhteşem manzarasıyla buraya gelenin kesinlikle kaçırmaması gereken bir yer.

Maiori turumuzu iki gece ile sonlandırdıktan sonra sırada bölgeye adını veren Amalfi var. Maiori’den yüksek sezonda gerek Amalfi’ye ve gerekse bu sahillerdeki bir çok noktaya feribotla gitmeniz mümkün. Ancak henüz mayısta’yız . Bu nedenle ya otobüs veya taksi ile devam etmek gerekiyor. Anlaştığımız bir taksi şoförü bizi 25.-€ ücret karşılığında doğrudan Amalfi sahilinde yer alan hotel Bussola’ya getiriyor. Marina manzaralı ve oldukça tarihi bir geçmişi olan otelimize gecelik 170.-€ ödeyeceğiz.

Oda yerleşimi sonrasında sokaklardayız hemen. Denizi sağınıza alıp bir 100 m. kadar yürüdüğünüzde şehrin ana girişine de ulaşmış oluyorsunuz. Tarihi yapıların altından geçerek çıktığımız meydan şehrin kalbi ve ortalık da bu nedenle ana baba günü.

Hemen meydanın sağ tarafında kalan Amalfi Katedrali en popüler yapı haliyle. Katedrale bir dizi merdivenden çıkıldığı için güzel bir fotoğraf çekme imkanı var ve herkesin en büyük derdinin de bu olduğunu görüyoruz.

Romanesk Barok Rokoko tarzı ile 1208 tarihinde inşası tamamlanan katedral buram buram tarih kokuyor.

Meydandan hafifçe arkadaki yamaçlara doğru yükselen dar sokaklardan keyifli bir yürüyüşle devam ediyoruz. Amalfi İtalya’daki şehir devletler döneminde aynı Pisa gibi zengin ve güçlü bir yapıya sahipmiş. En önemli özelliklerinden birisi de kendi kağıdını üretiyor olması imiş. Bugün hala bir kaç küçük atölye aynı kağıt üretim işini sürdürüyor, biraz pahalı da olsa güzel defter ve bloknotlar tamamen el yapımı olarak satılıyor.

Burada kaldığımız sürece rezervasyonsuz zor yer bulunan da Gemma Antica Trattoria en memnun kaldığımız restaurant oldu. ( via Fra Gerardo Sasso 11) Meydandan yukarıya doğru çıkarken hemen solunuzda kalan restaurantın ikinci katının dış kenar tarafında yer bulabilirseniz eğer, manzarası da gayet güzel. Amalfi kıyıları boyunca her gittiğiniz yerde sizi aklınıza gelebilecek her türlü limon ürünleri karşılayacak. Tabii ki en meşhurları Limonçello’ları. Ancak çikolatadan, kurabiye ve tatlı çeşitlerine, mum ve sabundan bir çok hediyelik eşyaya kadar limonun girmediği yer yok. Limonlu tatlılarını kaçırmayın derim. Hemen meydan girişinde ve katedrale gelmeden sağda kalan Lo Smeraldino bu konuda doğru bir adres. Ayrıca marina tarafında kalan Silver Moon restaurant – bar ‘da pizza konusunda doğru bir adres.

Amalfi’deki ikinci günümüzü Ravello ile değerlendirmeye karar verdikten sonra, şehrin girişinin önünde sahilde yer alan otobüs duraklarından neredeyse her yarım saatte bir kalkan otobüslerden birisine atlıyoruz. Kişi başı 8.-€ bilet ücreti ödediğimiz bu otobüslerde sol tarafta cam kenarında yer bulmayı deneyin. Zira deniz seviyesinden arka taraftaki yüksek yamaçların zirvesine yapacağınız bu yolculukta çok güzel manzaralar göreceksiniz bu sayede.

Yaklaşık 40 dakikalık bir yolculuk sonrasında Amalfi kıyılarını kuş bakışı seyredeceğimiz dağ yamaçlarının zirvesinde yer alan küçük ve sevimli Ravello’dayız.

Klasik kilise ve meydanı, bir kaç dükkan dışında burasının en önemli yeri Villa Rufolo. 5.-€ bedel ödeyerek gireceğiniz bu kompleks zamanın önemli ailelerinden birisine aitmiş. 13. Yüzyıldan beri tüm güzelliğini koruyan, harika bahçelere sahip olan bu yeri gezerken müthiş manzaralar da yakalayacaksınız.

İlgi duyanlar için Amalfi’de The Monumental Complex of St. Andrew adında bir müze olduğunu da hatırlatmış olalım.

Sırada Positano var. Amalfi sahil iskelesinden 11.30 feribotu ile kişi başı 8.-€ ve bavul başı 1,5.-€ ödeyerek 40 dakika sonra bölgenin bir diğer ünlüsü olan Positano’nun rıhtımına yanaşıyoruz.

Amalfi’ye göre daha büyük olan şehir yine Amalfi’ye göre daha dik ve geniş bir yamaç’a  yerleşmiş. Biraz yukarılarda kalan otelimize nasıl ulaşabileceğimizin hesaplarını yaparken, en kolay yolun hemen liman çıkışındaki dar bir alandan hareket edip ring seferi yapan belediye otobüsü olduğunu keşfediyoruz.

Hemen her 15 dakikada bir hareket eden bu otobüsler için ister doğrudan şoföre ödeyip bilet alabileceğiniz gibi tobacco shop’lardan da bilet alabiliyorsunuz. İşin ilginç tarafı şoföre 1.40.-€ öderken, tobacco shoplardan aynı bileti 1.20.-€’ya alıyor olmanız. Şoföre otelimizin adını söyleyip bindiğimiz otobüsle bir 15-20 dakika sonra otelin 20 m. yakınındaki durağa gelip iniyoruz. Otelimiz Positano Art Hotel Pasitea 238.-€’luk gecelik ücretiyle bu gezi süresince kalacağımız en pahalı otel oluyor. Ancak gerek konumu ve manzarası ve gerekse adından da anlaşılacağı gibi özel dizayn odaları ve balkonlarıyla oldukça güzel bir otel burası da.

Otele yerleşme sonrasında yokuş aşağı dönerek şehrin merkezine inmek daha kolay ve keyifli olduğundan başlıyoruz yürümeye. Yol boyunca manzara çok güzel.

Hava da oldukça ısınmış durumda. Orta çağı Amalfi’ye bağlı bir liman olarak geçiren şehir 19. Yüzyılda zor bir döneme girince halkın yarıdan fazlası Amerika’ya göç etmiş. 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar fakir bir balıkçı köyü iken 1953 yılının mayıs ayında yayınlanan Harper’s Bazaar dergisinde John Steinbeck tarafından açıklanan bir yazıdan sonra kaderi değişmeye başlayan şehir giderek daha çok turist çeken bir cazibe merkesi haline dönüşmüş. Şehrin 4.000 kişiden ibaret nüfusu yüksek sezonda 50.000’lere çıkıyormuş. Yol boyunca bir çok restaurant ve dükkan gözlemliyoruz. Özellikle giyime yönelik ünlü İtalyan modası bu şehirde oldukça iddialı bir şekilde sunuluyor. Biz de alış veriş konusunu burada halletmeye karar veriyoruz.

Otelimizle aynı cadde üzerinde bulunan restaurant Da Vincenzo en memnun kaldığımız restaurant oluyor bu şehirde. (Viale Pasitea 172).

Manzara ve yemekleri harika. Burada bir akşam yemeği yerken gelen bir çingene müzik gurubunun Türk olduğumuzu anlayınca çalıp söylemeye başladıkları İstanbul İstanbul olalı şarkısıyla şok oluyoruz. Çok keyifli geçen Positano günlerimiz sonrasında dördüncü durağımız olan Sorrento var sırada. Bavullarla dar ve bol virajlı yollara girip feribot denemek yerine taksi tercih ediyoruz ulaşım için. 50.-€ karşılığında bizi Sorrento’ya götürecek olan mercedes taksinin zarif ve seksi şoförü olan Donella ile tanışmamız tam bir sürpriz oluyor bize 🙂 Bir saatlik bir yolculuktan sonra bölgenin son noktası ve en büyük yerleşimi olan liman kenti Sorrento’dayız. Şehrin merkezine yürüyüş mesafesinde sarp uçurum üzerine konuşlanmış Hotel Settimo Cielo’ya getiriyor bizi Donella. 214.-€ gecelik ücreti olan otelin en büyük özelliği tam bir leb-i derya manzaraya sahip olması.

Genişçe bir koya bakan oda manzaramız tam karşımızdaki Vezüv yanardağını da görüyor.

Ancak çalışmayan bir restaurant ve bar da otelin tuhaf tarafı. Restaurant sadece kahvaltı için var. Otele yerleştikten sonra bol manzaralı güzel bir yürüyüşle varıyoruz Sorrento’nun merkezine.

17.000 nüfusuyla şu ana kadar gezimizin en büyük şehrindeyiz. Plazzo Tasso kentin merkezi.Ana cadde ve meydan bol restaurant ve dükkan dolu ama sahile doğru bir arka paraleli araç trafiğine kapalı tamamen turistik bir bölge. Ortalık da bir hayli kalabalık.

Bütün şehri tavaf edip keyifli kahve molalarıyla tamamlıyoruz günü. Ertesi gün ünlü Pompei var gündemimizde. Piazza Tasso’ya oldukça yakın Via San Cesareo üzerinde turistik alanda bulunan Sedil Dominova ‘da yiyoruz akşam yemeğimizi. Ve geldiğimiz yürüyüşle otele dönerek günü sonlandırıyoruz.  Ertesi gün kahvaltı sonrası yine yürüyerek önce Piazzo Tasso’ya sonra da hemen yakınındaki tren istasyonuna gelip 2.-şer € karşılığında aldığımız tren biletleriyle bir tarih mücevheri olan ünlü Pompei yoluna çıkıyoruz. Sorrento Pompei arası yarım saat sürüyor trenle. Pompei istasyonunun hemen yakınında bu müze şehrin girişi. Kişi başı 13.-€ ödedikten sonra giriyoruz içeriye. Efes antik şehrini gezenler bilirler, şehir tüm unsurlarıyla planlı bir şekilde yerli yerindedir ve sadece yapılar zamanla harabe haline gelmiştir. İşte Pompei Efes’in neredeyse iki katı büyüklüğünde muazzam bir antik şehir.

Tüm şehri dolaşmak için neredeyse bir tam güne ihtiyacınız var. Sitenin haritasını yanınızda bulundurmanız ve şehri belirli bir plan dahilinde gezmeniz önemli.

Caddeleri, bitişik nizam tarzında inşa edilmiş evleri, geniş spor alanları, ticaret merkezleri, tapınakları ve tiyatrolarıyla çok etkileyici bir yer Pompei.

Güzel güneşli bir günde, oldukça kalabalık bir turist topluluğu içinde keyifle başlayan gezimizde tatsız bir sürpriz yaşıyoruz. Demir parmaklıklı bir kapının ardındaki Apollon heykelinin fotoğrafını çekmeye çalışan sevgilim, geriye doğru bakmadan bir adım atınca zaten oldukça dengesiz olan basamağı kaçırıp düşüyor yere. Hemen kaldırıp üstünü başını temizliyoruz ama sağ ayak bileğini ciddi bir şekilde burktuğunu acısından anlıyoruz. Yapacak bir şeyimiz yok bu anda maalesef ve bir süre oturup acısının geçmesini bekliyoruz. İleride başımıza iş açacağının henüz farkında olmadığımız ayak bileği henüz sıcak haliyle bir süre sonra yürür hale getiriyor aşkımı. Biz de turumuza daha yavaş bir tempoda devam ediyoruz.

Şehrin her tarafı ayrı etkiliyor bizi.

Döneminin en önemli merkezlerinden birisi olan Pompei M.Ö 79 yılında Vezüv yanardağının infilakı sonrasında bir lav denizinin altında kalarak bir anda silinmiş dünya üzerinden.

O tarihte şehrin başında olan imparator Caligula’nın gaddar ve sapık yönünün, şehirdeki sefahat hayatının böylesi bir facianın nedeni olduğuna inanılmış bir çok yerde. Genelevleri, eş cinselliğe olan töleransı ile tanınan Pompei nüfusunun %60’ını asiller ve %40’ını da köleler oluşturuyormuş.

Felaket öncesindeki depremi önemsemeyen şehir halkının büyük bölümü lavların geldiğini dahi fark edememişler. Fark edenler ise limana denize doğru koşmuşlar ama kabaran deniz de onlara geçit vermemiş. Bir kaç saat içinde tüm şehir yok olmuş ve 16.000 kişilik nüfusun da çok büyük bölümü hayatlarını kaybetmiş. Vezüv’ün şiddeti öylesine güçlü imiş ki kül bulutları Anadolu, Suriye ve hatta Mısır’a kadar ulaşmış. Lav altında kalan insanların adeta birer taş’a dönüşmüş olmalarının sebebi de yanardağın püskürttüğü volkanik tuzun sertleşmesi olarak izah edilmiş.

Aşkımın yaşadığı talihsizlik şehri daha fazla gezmemize pek izin vermiyor ve sitenin kapanış saati yaklaşıyor. Bu nedenle bu tarih hazinesine yaptığımız ziyareti bitirip çıkışa yöneliyoruz. Aynı geldiğimiz gibi trenle Sorrento’ya geri dönüyoruz. Gelişte olduğu gibi dönüşte de neredeyse her yarım saatte bir tren var.

İstasyondan Sorrento merkezine doğru yürürken aşkımın bileği kendisini hatırlatıyor maalesef, artık topallayarak dahi yürümesinin sıkıntılı olduğunu görünce bir eczaneye girip yardım istiyoruz. Eczacı doktor reçetesi olmadan ilaç veremeyeceğini söyleyip, otel yolumuz üzerinde sürekli önünden geçtiğimiz hastaneye gönderiyor bizi. Eczanede bulunan bir İtalyan müşteri kadın da “Hastaneler turistlere bedava” diyerek uyarıyor bizi. Ağır aksak yürüyoruz hastaneye ve girişteki tekerlekli sandalye aşkımı yürüme işkencesinden kurtarıyor. Bir doktor gelip derdimizi soruyor, söylüyoruz biz de İngilizce olarak. Bekleyin komutuyla da beklemeye ve etrafı incelemeye geçiyoruz. Bizim tipik devlet hastanelerine çok benzer görüntüler var etrafta. Bir saati aşkın bekleme sonrasında bir kadın doktorun dikkatini çekiyoruz ve yanımıza gelip derdimizi soruyor. Anlatınca da bize bekleyin deyip unutan diğer doktora hatırlatıyor bizi eksik olmasın. Nihayet ayak röntgeni çektireceğimiz bir alt kata gidebiliyoruz. Burada çok daha sempatik yaşlı bir görevli var, filmi çektikten sonra gelip güzel haberi veriyor. Kırık, çıkık yok diye. Arkasından bizim suratsız doktor yazıyor reçeteyi. Bir tür jel, buz tedavisi ve bir çift koltuk değneği. Aşkımı hastane çıkışında tekerlekli sandalyesinde bırakıp koşuyorum eczaneye ve reçete kapsamını alıp dönüyorum geriye. Dönüşte de taksi ile gidiyoruz otelimize. Akşam yemeği şansı kalmadığından yolda taksiyi durdurup bir şişe şarap ve bir miktar pizza satın alıp devam ediyoruz yola. Otel odamızda kutluyoruz hastane maceramızı. Aşkım yattığı sürece sorunu yok ama değnek desteği olmadan yürüyemiyor maalesef 😦

Seyahatin son aşamasına geldik bu arada. Hastane günü sonrası istikamet ünlü Capri adası. Otelden ayrılıp taksi ile limana gidiyoruz. 10.45 Capri feriboti kişi başı 18.30.-€ bedel ile götürecek bizi. Ayrıca bavul başına da 1.-€ ödüyoruz. Aşkım ancak kendisini taşıyabilecek durumda olduğundan iki bavul ve iki sırt çantasıyla koşturmak bana kalıyor mecburen. Arnavut kaldırımlı yolda tekerlekli bavullarla yürümek işkence gerçekten. Neyse bir şekilde atıyoruz kendimizi gemiye. Yanılmıyorsam 1 saatlik bir yolculuk sonrasında varıyoruz Capri’ye.

Otelimiz Weber Ambassador adanın limana göre tam arka kıyısında bulunan Marina Piccola’da yer alıyor. Dolayısı ile mutlaka bir taksi bulmak lazım. Bazı adalarda olduğu gibi burada da taksi işi bir garip. Ortalık taksi dolu ama herifler ne yüzümüze bakıyorlar ne de bize cevap vermeye zahmet ediyorlar. Aşkım koltuk değnekleriyle ben de bir sürü bavulla ortada kalmış haldeyiz çaresiz bir şekilde. Otele telefon edip “imdaaat” diyoruz. Bize araç göndereceklerini ve beklememizi söyleyip şöyle bir miktar da beklettikten sonra geliyorlar bizi almaya. Gergin ve yorgun halimiz oteli ve hatta odamızı görünce anında sona eriyor. Mükemmel manzara ve denizdeki teknelerin boşlukta duruyorlarmış gibi görüntüleri otelin gecelik ücreti olan 220.-€’suna helal ettiriyor.

Odaya yerleştikten sonra mayoları çekip açık havuza ama esas onun yanındaki sıcak jakuzi havuzuna atıyoruz kendimizi. Hem aşkımın ayağı ve hem de bizler yoğun geçen 8 günün acısını çıkarıyoruz burada gün boyunca. Havuzların yanı sıra hemen asansörle inebileceğimiz harika bir plajı var otelin ama henüz plaj mevsimi değil ne yazık ki. La Piazetta koyunun manzarası da süper.

Otelden Anacapri’ye gün boyunca ücretsiz servis var. Buradaki ilk gecemizde bu servislerden birisini kullanarak gidiyoruz Anacapri’ye. Adanın adeta zirvesinde yer alan bu küçük ve sevimli kasabaya yaklaşık 15 dk.da varıyoruz. Koltuk değnekleri nedeniyle fazla bir dolaşma şansımız olmuyor, hemen yakındaki bir restaurantta akşam yemeğini yedikten sonra kasabanın meydanına geçiyoruz.

Meydanın ortasına kurulmuş olan büyük bir sahne birazdan burada bir şeyler olacağının işareti. Hemen sahne manzaralı bir cafe’ye yerleşip beklemeye geçiyoruz. Nitekim kısa bir süre sonra öğrencilerden oluşan büyük bir senfoni orkestrası yerini alıyor sahnede. Biz klasik bir performans beklerken güncel pop’un en güzel örnekleri son derece başarılı bir şekilde sergileniyor ve akşamımız da güzelleşip, zenginleşiyor. Konser bitince meydana akın akın gelen grupları fark ediyoruz ki Capri adasının jet sosyetenin merkezlerinden birisi olduğu gerçeği doğrulanıyor bu gelenleri görünce. Kadınların da erkeklerin de adeta hepsi birer manken, kıyafetler yıkılıyor. Gözümüz, gönlümüz bayağı bir bayram ediyor. 🙂 Ada’da özellikle sosyete düğünleri oldukça revaçta imiş. Bizim gördüklerimiz de işte bu düğünlerden çıkanlar. Akşamı keyifli bir şekilde tamamlayıp tekrar servisi yakalama noktasına gidiyor ve otelimize dönüyoruz.

Ertesi gün gezimizin son günü. Tüm gün boyunca otelde kalıp dinlendikten ve akşam yemeğimizi de otelin harika restaurant’ında mehtaplı nefis bir deniz manzarası eşliğinde yedikten sonra bu çok güzel gezimizi noktalamaya hazırlanıyoruz.

Böylece iki gecelik Capri gezimizi tamamlıyor ve otelin servisiyle limana, oradan da 14.50 feribotu ile Napoli’ye doğru yola çıkıyoruz. Capri – Napoli feribotu kişi 19.-€ + Bavul başına da 1.-€ Napoli yolculuğumuz 1,5 saat kadar sürdükten sonra Napoli limanından taksi ile hava alanına ulaşıyoruz. THY evimize götürmek üzere bekliyor bizi…

Bu gezimizdeki tüm fotoğraflar aşkımın kamerasından.

 

2 Comments Kendi yorumunu ekle

  1. italya akdenizde gerçekten çok güzel bir ülke, sokakları, insanları ve denizleri beni cezbediyor, yazınızı okurken kendim gitmiş görmüş gibi hissettim. ellerinize ve kaleminize sağlık, takipteyim 😉

    1. semihbolca dedi ki:

      Nezaketinize ve değerlendirmenize çok teşekkür ediyorum. Eğer adresinizi yazarsanız, çok yakında çıkacak ilk kitabımı size göndermek isterim.
      Sevgiyle kalın…

ölüdeniz yamaç paraşütü için bir cevap yazın Cevabı iptal et