Bu yaz programımızda ilk sırada komşunun Samos adası var. Ülkemizin batıya doğru uzanan Dilek yarımadasının adeta Ege’nin böğründe yer alan konumu sayesinde aslında belki de ülkemize en yakın yerleşim bölgesi Samos. Dilek yarımadasının bir an için yerleşime açık olduğunu düşünün, atlayın denize ve neredeyse İstanbul’da boğazı geçer gibi yüzün çıkın Samos’a 🙂 Bu yakınlık sayesinde yarımadanın burnundaki bayrağımızı Samos’un güney sahillerinden rahatlıkla görebiliyorsunuz.
Samos’a ya hava yolu ile Atina üzerinden veya Kuşadası’ndan kalkıp adanın Phythagorion limanına ulaşan tekne ile ya da Seferihisar’dan kalkıp adanın başkenti Samos’a ulaşan tekne ile ulaşmanız mümkün.
Bizim tercihimiz Kuşadası çıkışı oldu. Önce THY ile İzmir’e uçtuktan sonra Havaş ile Kuşadası’na geçtik ve geceyi limanı tam karşıdan gören Liman otelde geçirdik. Otelin terasında yemek ve manzara gerçekten çok güzeldi. Ayrıca otelin tüm çalışanlarının sıcaklığı da ayrıca bir övgüyü hakkediyordu.
Sabah saat 09.00′ da hareket eden Kuşadası Express adlı tekne kişi başı gidiş, dönüş 300.-TL karşılığında bizi 1 saat 20 dakikada Pythagorion’a ulaştırdı. Her Yunan adasındaki artık kanıksadığımız çok yetersiz gümrük ve pasaport hizmetleri nedeniyle uzun süren işlemler sonrasında nihayet adadayız artık.
Çıkışta otelimizin organize ettiği taksiyi bulup yola çıkıyoruz. Pythagorion’dan otelimizin bulunduğu yer olan Kerveli’ye bir 20 dk kadar sürecek yolculuğumuz. Evet adada nerede kalınır bölümünü incelerken işin coğrafi yönü önemli oldu. Hemen tüm Samos kayıtlarında Kokkari hem yerleşim yeri hem de plajı ile ön plana çıkıyor. Gerçekten de görülmesi gereken bir yer, gece hayatı renkli, gündüz plajları çok güzel. Ancak ağustos ayı itibariyle Kokkari’nin de bulunduğu adanın kuzey cephesi rüzgar almaya başlıyor ve bu da dalgalı bir deniz sonucuna getiriyor konuyu. Zaten surf plajı olarak adlandırılıyor bu bölge. Deniz şahane bir pırıllıkta olsa da girişi oldukça iri taşlı plajlara sahip. Deniz ayakkabısı mutlaka gerekiyor buralarda. Bizim de seyahat tarihi temmuzun son haftası olunca rüzgardan ve dalgadan uzak olan adanın doğu ve güney tarafını inceledik. Güneydeki Pythagorion civarı ve oldukça ilgimi çeken Klima Beach bölgesinde uygun bir otel bulamayınca adanın doğu ucundan doğrudan Kuşadası’na bakan Kerveli Beach cazip geldi. Buradaki Nafsika Village ‘ın son odasını yakalama şansımız oldu. Çok güzel bir manzaraya sahip olan aile odaları en az 4 kişinin rahatça yaşayabileceği şekilde düzenlenmiş, içinde küçük bir mutfağı da barındıran odanın fiyatı gecelik 100.-€. Nafsika’nın elleriyle hazırladığı şahane kahvaltı da bu fiyata dahil. Evet tesise adını veren Nafsika bir aile işletmesi olan bu yerin annesi. Son derece iyi bir aşçı ama bundan da öte çok güzel bir insan. Sizi evinizde hissettirmek için her şeyi yapıyor. Zaten tesisin booking.com yorumlarını okursanız adından çok bahsedildiğini göreceksiniz. Ailenin babası Taki her zaman güler yüzü ile ve her zaman bir işlerle meşgul olarak ortalarda dolanıyor. Ve evin genç kızı Georgina. Daha ilk iletişime geçtiğimiz andan itibaren son derece sıcak ve sempatik. İşinde tam bir profesyonel. Resepsiyon ve tüm müşteri ilişkileri ondan soruluyor. İşte bu sevimli aileyle birlikte geçireceğimiz 8 günümüz böyle başladı. Taksiye 20.-€ ödedikten sonra odamıza yerleşip şahane manzaranın tadını çıkartmaya çalıştık öncelikle.
Eğer akşam yemeğinizi otelde almak isterseniz gün içinde Georgina’ya söylüyorsunuz. Hatta canınızın istediği bir siparişi dahi verebilirsiniz. Kahvaltı alanın üzerindeki küçük teras görüyor lokanta işini. İlk 2 gece için hem rahatlayıp Türkiye stresinden kurtulmak adına hem de manzaranın ve sessizliğin tadına varmak adına yemeklerimizi burada yedik.
Bilirsiniz Yunan’lılar musakkayı bizden farklı yaparlar. Bizde sulu yemek konumunda iken onlara bir fırın yemeği halinde susuz olarak pişirilir. Ama eğer bir gün buraya gelirseniz Nafsika’nın musakkasını yemeden gitmeyin. Nefisti gerçekten. Otelin yaklaşık bir 20 m. kadar aşağısında kendi özel plajı var. Aslında Yunanistan’da kimsenin özel plajı yok tabii ama bu plaja otel müşterisi dışında birilerinin görüp de gelebilmeleri hiç kolay değil. Bu nedenle bölgenin tek gürültüsü olan ağustos böceği ciyaklamaları dışında denizle baş başasınız. Yine deniz ayakkabısı gerekli denize girmek için ama Kokkari’den daha sakin bir plaj olunca girişi de daha rahat oluyor. Deniz ne sıcak ne soğuk, tam kıvamında ve balık dolu. Aşkımın favori plajı burası oldu hep.
Ben Lemonakia ve Klima’yı da çok beğenmiştim. Aşağıda bahsedeceğim oralardan da.
Nafsika’da iki gün tembellik yaptıktan sonra adayı keşfetme vakti geldi ve Georgina bize günlüğü 40.-€’dan 5 gün için kiralik araba ayarladı. Aslında en ekonomik boyutta en küçük sınıftan bir araç beklerken sıfır km pırıl bir Citroen C3 geldi. Adanın güneyi ile başladık turlarımıza.
Adanın en güney doğu ucundaki Posidonio plajını yukarıdan seyredip yola devam ettik ve Klima Beach’e ulaştık kolayca.
Bence en güzel plajlardan birisi burası. Girişi yine taşlık ama deniz turkuvaz ve şahane. En güzeli de kıyı boyunca sıralanmış ağaçların gölgesindeki şezlonglar. Mutfağı güzel keyifli bir restaurant’ı ve küçük bir iskelesi var plajın. Günü burada geçirmek için ideal.
Adanın güney kıyısından doğu yönüne devam ettiğinizde Psili Ammos plajına geliyorsunuz ki adanın nadir ince kumlu plajlarından birisi burası. Zeytin ağaçlarının doğal şemsiye görevini üstlendiği, bir kaç ufak otelin ve bir kaç restaurantın bulunduğu plaj özellikle çocukla tatile gidecekler için ideal.
Denize girince boyunuzu geçmesi için bir miktar yürümeniz gerekiyor. Tam karşımızda küçük bir ada ve hemen arkasında ülkemizin Dilek yarımadası uzanıyor. Yarımadanın burnundaki bayrağımızı yattığımız yerden rahatlıkla görebiliyoruz. Günü geçirmek için bir diğer güzel adres size.
Batıya doğru devam edince reklamı çok yapılan Mikali Beach geliyor önünüze ama açık bir denize bakan bu plajın bir özelliğini göremedik biz. Devam edince Pythagorio beach var ki burası da kumlu bir sahile sahip. Ancak oldukça kalabalık. Şehirde kalanların tercihinden olsa gerek.
Adanın güney batısını bu şekilde turladıktan sonra başkent Samos’a yöneldik bir diğer günümüzde. Büyük limanından da anlaşılacağı gibi adanın en büyük yerleşim yeri. Kordonu ve üzerindeki tesisleriyle fena değil diyeceğim ama adanın bir çok cennet köşesi varken burada kalmak bana göre pek akıllıca değil. Suriye’li ve diğer ülkelerin göçmenleri de buraya konuşlandırılmışlar.
Ve adanın kuzeyindeyiz. Daha önce de söylediğim gibi Kokkari adanın en bilinen meşhur yeri. Bir çok şık mağaza ve dükkanın yanında onlarca restaurant ve bar yan yana dizilmiş sizleri bekliyorlar. Plajı da yine söylediğim gibi güzel, yeter ki rüzgar ve dalga olmasın. Akşamları buraya hele bir de cuma veya cumartesi günü gelecekseniz ciddi bir otopark sorunu yaşamaya hazır olun. Aslında şehrin içinde büyük de sayılabilecek boyutta bir açık otopark var ama yine de yetmiyor. Yer bulabilmek için şans gerekiyor. Biz buraya iki ayrı gece programı yaparak geldik. İlkinde kendimize restaurant ararken bizi zarifçe davet eden bir teyzemizi kırmayıp Poseidon ‘da yedik yemeğimizi. Gayet güzeldi, hesabı da makuldu.
İkincisinde ise bir değişiklik olsun diye bir İtalyan restaurantı olan Piccolo Porto’da yedik ki yemek güzel hesap pahalı idi. Ancak tamamen adaya ait bir üretim olan aşağıdaki şarabı kesinlikle tavsiye ediyorum.
Kokkari’deki ilk akşamımız da dönüşe geçtikten sonra şehrin artık çevre yoluna bağlanan noktasındaki bir okul bahçesinde büyük bir hareket olduğunu görünce arabayı park edip indik hemen. Yüzlerce kişi en küçüğünden en büyüğüne okulun geniş bahçesinde dans edip eğleniyordu. Sanıyorum bütün Kokkari halkı buradaydı. Halay şeklinde onlarca kişinin birlikte dansları ve harika müzik bizi dakikalarca yerimizde çiviledi adeta. Bol video çekip ülkemizde de böyle manzaraları daha sık görme dileğiyle ayrıldık buradan.
Kokkari’den biraz batıya doğru sahilden gidince önünüze çıkan Lemonakia Beach adanın en iyilerinden.
Hem denizini hem de buradaki iki restauranttan birisi olan Andreas Place’i tavsiye ederim.
Burada denizin ve yemeğin tadını çıkardıktan sonra çok yakın mesafedeki Manolates’i ıskalarsanız çok büyük kaybınız olur. Adanın gizli cenneti denilen Manolates’e gitmek için ana yola çıkıp Lemonakia’yı batı yönünde bir 3-5 km geçmeniz yetiyor. Sola yani denizin tam aksi yönünü gösteren Manolates tabelasından ayrılıyorsunuz ana yoldan. Yaklaşık 20-25 dk.müthiş bir ormanın içinde güneşi yok eden devasa ağaçların arasından kendinizi amazonlarda hissederek tırmanıyorsunuz yukarıya doğru. Aslında bu yolculuk bile neredeyse Manolates’in kendisi kadar güzel.
Yolun sonu sizi bir dağın tepesindeki inanılmaz sevimli Manolates’e getiriyor. 1794 yılında burada yaşamaya başlayan Manolis adlı kişiden adını alan köy Karvounis dağı üzerinde 340 m. yüksekte konuşlanmış.
Halk genellikle tarım ve üzüm bağlarıyla uğraşıyor. Ama neredeyse her türlü meyve ağaçlarına da rastlıyorsunuz. Geleneksel taş evlerin zevkli renkleri, kilisesi, cafe restaurantlarının yanı sıra el işçiliği atölyelerinin bolluğu ile kendinizi çok iyi hissedeceğinizden emin olabilirsiniz. Buraya bir 3-4 saatinizi ayırın mutlaka.
Aslında akşam turu ve yemek için adanın güney limanı Pythagorion bence en güzeliydi. Hem marinası hem de marina çevresini saran lokanta ve barları gayet keyifliydi. Buradaki Elia Restaurant’ ı çok sevdik.
Yemek sonrası sahilin ucundaki Geia’da dondurma yemeyi ihmal etmeyin. Marina’nın arka tarafında yine güzel mağazalar ve dükkanlar var. Limandaki Pythagor heykeli zamanında burada yaşamış ünlü matematikçiye atfedilmiş.
Buraya da iki akşamımızı ayırdık. Ama ilkinde yaşadığımız bir güzellikten bahsetmek zorundayım. Bloğum ile aynı adı taşıyan kitabıma ilham kaynağı olan ve 2014 yılındaki Seyşeller gezimizde adeta yutarak okuduğum “Yaşamımdan süzülen afrika” adlı kitabın yazarı sevgili Figen Gündüz Letaconnoux ile bir iletişim sağlamış ve zaman zaman yazışmıştık. Her seferinde bir kahve içme vaadinde bulunmuştuk birbirimize. İşte Elia Restaurant’da yemeğimizi yerken yan masamızda kim varmış meğerse ? 🙂 Birbirimizi tanıyıp bir araya gelerek çok güzel bir akşam geçirdik. Üstelik Figen’in gezi arkadaşı olan sevgili İlginç ile de akraba çıkmamıza ramak kalmıştı. Samos’un çok güzel bir hediyesi oldu bize bu iki harika insanla tanışmak.
Samos’ta her şey şahaneydi de hiç mi negatif bir şey yoktu diyorsanız hemen söyleyeyim sadece bir tane vardı. Otelimiz sahilinden de görülen Kerveli plajı gayet güzel ve sakin olmakla birlikte hemen yanı başındaki restaurant personelinin hiç de alışık olmadığımız nezaket ve güler yüzlülükten uzak halleri.
Adanın batı tarafına gitme şansımız olmadı bu sefer ama Samos tekrar görülmeyi çok hakkeden bir ada ve hemen arkasında yer alan Ithaca adasını programa almış durumdayız. Ithaca’ya geçiş Samos’tan olunca da bu güzelliğe tekrar geleceğiz bir gün mutlaka.
Çok geniş ve kaliteli bir içerik olmuş tebrik ederim. Seneye bizde oradayız nasipse 🙂
Çok naziksiniz , teşekkür ederim.