1 Eylül itibariyle evlenerek yeni hayatına yelken açacak olan sevgili oğlumla, onun bekar haliyle son baba-oğul tatil rotamızda İtalya’nın Milano ve Bologna’sı ile buradan San Marino’ya giden yol üzerinde göreceklerimiz var. 5 günlük bu gezimizin ilk iki günü Milano’da geçecek. Bu amaçla uçuyoruz bir THY seferi ile Milano’ya. Milano Malpensa hava limanına üçüncü iniş benim için. Buradan kalacağımız otele gitmeyi her zaman sevmişimdir. Hava alanından tren ile Milano Central istasyonu (kişi başı 12.-€) ve oradan da yürüyüş mesafesindeki Marconi otele ulaşım son derece rahat ve kolay. Daha önce de kaldığım Marconi otele gecelik 110.-€ ödeyecek ve 2 gece kalacağız. Ancak buradan ayrıldıktan sonra Tunca şarj aletini burada unuttuğunu fark edince telefon açıp durumu anlatmamıza rağmen aldığımız olumsuz cevap nedeniyle artık Marconi bundan sonraki planlarımızda yer almayacak. Eminim onlar da buna çok üzülmüşlerdir. 🙂
Milano’ya vardığımız günün akşamındaki klasik Duomo turu ile başlıyoruz şehri gezmeye.
Ertesi günde ise hedefimizde Leonardo Da Vinci’nin harika müzesi var.
Pek müze sever birisi olmamama rağmen bu dünyaya ait olduğundan emin olamadığım büyük ustanın yarattığı ve hayatımızın her yönüyle ilgili eserlerini büyük bir keyifle inceleme fırsatı bulduğumuzdan da son derece mutluyuz. Özellikle üstadın zamanında tasarlamasına rağmen bugün hala hayata geçirilemeyen icatları hayranlık veriyor. Müze girişi kişi başı 12.-€
Müze sonrası yine bir Milano klasiği olan Galeria Vittorio Emmanuele II binası ve içindeki lüks markalarla dolu çarşısını gezdikten sonra şimdiye kadar görmediğimiz bir yöne doğru devam ediyoruz.
Piazza Castello’da yer alan görkemli Sforzesco şatosu önündeyiz. Tarihi savaşlarla dolu olan şatoya giriş ücretsiz. Ancak içerisinde yer alan müzeler ücretli. Francesco Sforzesco tarafından 15. Yüzyılda yaptırılan şato tam bir görsel ziyafet yeri.
İki gecelik Milano seferini tamamlıyor ve Bologna trenine atlıyoruz. Milano ile ilgili olarak daha detaylı bilgiler bloğumun önceki yazılarında mevcuttur. Bakabilirsiniz eğer ihtiyacınız olursa, aynı şeyleri tekrar yazmak istemedim. Milano Bologna arası Trenitalia ile tek kişi tek yön 44.-€
Bir saatlik güzel bir tren yolculuğu sonrasında İtalya’nın en eski şehirlerinden Bologna’ya varıyoruz. 400.000 nüfuslu bu sempatik ve gerçekten buram buram tarih kokan şehir oldukça tenha. Ağustos ayı tam da tatil zamanı olmalı Bologna’lılar için ki ortalık gerçekten boşalmış. Hatta bazı dükkanların üzerinde notlar var, tatil nedeniyle kapalı olduklarına dair. Hiç şikayetimiz yok bu durumdan, tersine gayet memnunuz, şehri rahat ve özgür bir hisle keşfedeceğiz.
İstasyondan şehrin kalbi olan Piazza Maggiore’ye kısa bir taksi yolculuğu ile vardıktan sonra gezi hayatım boyunca hiç unutulmayacak oteller listeme girecek olan Hotel Al Cappelo Rosso’ya ulaşıyoruz. Maggiore meydanının hemen dibinde yer alan ve adı da kırmızı şapka olan bu otelin iç mimarisi ve odaların dizaynı bizi çok keyiflendiriyor. 3 gece kalacağımız bu otele gecelik ödeyeceğimiz 115.-€’yu ayrıca personelin de güler yüzlü ve yardımcı tavrını gördükten sonra sonuna kadar helal ediyoruz.
İsa’dan önce 2. Yüzyıla dayanan geçmişi ve binalarının çoğunun rengi nedeniyle “Kızıl Şehir” olarak da anılan bu tarih zenginliğini keşfe geçiyoruz hemen. Otelden adımımızı atar atmaz Maggiore meydanındayız. 13. Yüzyıl tarihli, bir tarafı San Petronio Bazilikası diğer tarafı Palazzo Del Podesta ile çevrili meydanda hararetli bir çalışma var. Sahne ve oturma alanı düzenlenmekle meşgul. Akşama konser varmış, sonraki akşamlarda ise açık hava sineması.
Dünyanın 5. Büyük bazilikası olduğu söylenen San Petronino’nun içi de dışı kadar güzel.
Yapımı 1663 yılında tamamlanan bazilikayı turlayıp tam karşısındaki Palazzo Del Podesta’ya geçiyoruz. İlk inşa tarihi 1200 olan bu efsane yapı belediye merkezi olarak planlanmış ve yıllar boyunca çeşitli ilave ve değişikliklerle günümüze kadar gelmiş. Burasıyla ilgili en ilginç hikaye ise altındaki kemerlerin bir ucundan yapılan bir fısıltının kemerin diğer ucuna ulaşabiliyor ve duyulabiliyor olmasıymış.
Palazzo Del Podesta’nın hemen arkasında 1245 doğum tarihli Palazzo Re Enzo var. Onun da önünde bir Neptün çeşmesi var ama çeşme restorasyona girip çevresi kapatıldığından görüntüleyemiyoruz.
Piazza Maggiore’yi arkamıza alıp şehrin ana caddesinin tam ortasındaki adeta meydan okuyan bir dev’e doğru yürüyoruz.
Şehir devletler zamanının en büyük kule yarışına Bologna’dan katılan Torri degli Asinelli 12. Yüzyıl yapımı ve tam 97m. yüksekliğinde. Ülkenin 4. büyük kulesi. İtalya’daki tarihi kulelerin bir çoğunun eğik olduğu gerçeğini de burada öğreniyoruz. Sadece Pisa kulesi zannederken bu kulenin 1,5 m. yanındaki daha kısası olan Garisenda kulesinin ise 3,5 m. yamuk olduğunu okuyoruz. 🙂 Tunca üşenmeyip 498 basamağı tırmanıyor ve güzel fotoğraflarla iniyor aşağıya. Kuleye çıkış ücreti ise 3.-€
Piazza Maggiore’nin kulelerin tarafında kalan sokakları üzerinde bir çok restaurant var. Trafiğe kapalı bu sokaklara masa ve sandalyeler atılmış durumda. Her hangi bir isim vermeden buradaki restaurantların son derece tatmin edici olduğunu söylemeliyim. Yemek konusu açılmışken, dünyaca ünlü Bolonez sosunun ana vatanının da Bologna olduğunu, özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında burada bu tatla tanışan Amerika’lılar tarafından sevilerek tüm dünyaya yayıldığını ancak orijinal halinin bizim bildiğimiz halinden biraz daha farklı olduğunu da ilave edelim ki bu hali de güzel.
Bologna turumuz dünyanın en eski üniversitesi olduğu söylenen Bologna Üniversitesi bölgesinde devam ediyor.
1088 tarihinde açıldığı belirtilen üniversitenin adli tıp bölümündeki yine dünyada bir ilk olduğu söylenen otopsi salonunu geziyoruz.
Üniversitenin kütüphanesi de oldukça etkileyici. Bu turda sadece otopsi salonu girişi ücretli ve kişi başı 3.-€.
Bologna sokaklarında kaldırımların kemerli yapıların altında kaldığı haline bir çok yerde tanık oluyoruz. Böylece yaz ayları güneşe, kış ayları kar ve yağmura karşı doğal bir koruma sağlamış olunuyor. Bu tarz mimariyi dünyanın bir çok yerinde örnekler halinde görmüştük ama bu şehirdeki kadar yoğun halini ilk defa görüyoruz.
Tura devam. Bir başka güzel eserin karşısındayız şimdi. Palazzo della Mercanzia. 14. Yüzyılda üç evin birleştirilmesiyle oluşturulan Ticaret, Sanayi iş merkezi olarak kurulan (Bir tür ticaret odası) sonrasında başından bir hayli macera geçen bina (Patlamamış bir bombanın yıllar sonra infilak etmesi dahil) günümüzde şık bir müze halinde. Ancak her nedense sadece guruplara ve kısıtlı sürelerde hizmet veriyor imiş.
Sırada bir kilise var. Santo Stefano. Sette Chiese yani yedi kiliseler olarak da bilinen bu yapının ilk inşa tarihi net bilinmiyormuş. Bazı kaynaklar 430 yılına işaret ederken, kilisenin eski bir pagan tapınağının üzerine yapıldığını da belirtiyorlar.
Gece olunca Piazza Maggiore meydanına kurulan dev ekranda bir klasik İtalyan filmini İngilizce alt yazılı olarak keyifle izliyoruz. Belediyenin bu hizmeti ücretsiz.
Bologna turunu tamamladıktan sonra araç kiralayıp yakınlardaki küçük bir kasabaya Modena’ya yarım günlük bir tur yapmaya geldi şimdi sıra.
Bologna’nın batısında kalan ve gurme bir kasaba olmasıyla ünlenen 15. Yüzyıldan kalma küçük şirin Modena’ya bir öğlen üzeri varıp katedral ve citty hall (Belediye)’un çevrelediği meydana bakan kemeraltı bir restaurant’ta yemeğimizi yedikten sonra keşfe başlıyoruz. Balzamik sirkenin ana vatanı olan bu şehrin Duomo Di Modena’sı her zamanki görkemli İtalyan kiliselerinden birisi.
Hava kirliliği nedeniyle 1970’lerde simsiyah olduğu söylenen duvarlarının bugünkü hali taban tabana zıt, bembeyaz. 1997 yılında Unesco’nun dünya mirası listesine giren kilisenin tarihi ise 1099.
Ünlü tenor Luciano Pavarotti’nin doğduğu yer olan Modena’da ayrıca Ferrari müzesi de bulunuyor. Kısacası bu küçük şehrin kendinden büyük bir hikayesi var.
Modena’dan ayrılıp bir diğer hedefe doğru yola çıkıyoruz. San Marino öncesi yolumuz üzerinde olan Ravenna’ya gidiyoruz. 404 yılında Roma imparatorluğuna başkentlik de eden Ravenna o yıllarda deniz kenarında iken günümüzde 10 km. kadar içeriye taşınmış durumda.Bir 17. yüzyıl eseri olan palazzo comunale’nin çevrelediği Piazza Del Popolo kentin kalbi.
San Francesco kilisesinin hemen yanındaki tarihi bir binada ünlü İtalyan şairi Dante’nin mezarı bulunuyor. Açıkça söylemek gerekirse Ravenna pek de beklediğimiz gibi çıkmıyor ve Piazza Del Popola’da yediğimiz bir akşam yemeği sonrasında buradan ayrılıyoruz. Yemek sırasında meydandaki bir konser de hoş bir sürpriz oluyor. Asıl hedefimiz bir şehir devlet olan San Marino. Ancak San Marino’yu ayrı bir başlık altında yazacağım. San Marino dönüşümüz ise doğrudan Bologna’ya ve oradan da THY ile İstanbul’ a olacak.